Bizim yaşadığımızdan çok daha ölümcül olan diğer 11 Eylül'ün hayaleti Latin Amerika'yı yine şöyle bir yokladı. Pazar sabahı, bir tabur asker Honduras'taki Başkanlık Sarayı'na zorla girdi. Demokratik yollardan seçilmiş Devlet Başkanı Manuel Zelaya'nın uyuduğu yatağı kuşattılar ve makineli tüfeklerini göğsüne dayadılar. Kalkmasını emrettiler ve onu alıp askeri bir uçağa bindirdiler. Kosta Rika'daki küçük bir uçak pistinde pijamaları içinde indirip, kendisini devletin başına özgürce seçmiş olan ülkeye bir daha asla dönmemesini söylediler.
Ülkedeyse generaller telefon şebekelerini, interneti ve uluslararası televizyon kanallarını kapatıp, halka artık kendilerinin iş başında olduğunu ilan etti. Radyoda sadece yumuşak, boş müzikler çalıyor. Hükümetin bakanları tutuklanıp dövülüyor. Halka, akşam 9'dan sonra evden çıktıkları takdirde vurulma riskiyle karşılaşacakları söyleniyor. Sokaklara dökülen protestocuların üzerine tanklar sürülüyor, göz yaşartıcı bombalar atılıyor.

Chavez geliri yüzde 130 artırdı
Latin Amerika halkları için bu, kendi 11 Eylül'lerinin bir tekrarı. 1973'te o gün Şili'de Salvador Allende (zenginliği yoksul çoğunluğa kararlılıkla yeniden dağıtan, barışçı bir demokratik sosyalist) ofisinde bombalandı ve intihara mecbur bırakıldı. Onun yerine, kendisini açıkça 'faşist' diye tarif eden General Augusto Pinochet geçti ve o baştayken on binlerce masum insan 'kayboldu'. Darbe Washington'da, dönemin ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger tarafından tezgahlanmıştı.
Şili demokrasisinin katledilmesinin resmi mazereti, Allende'nin bir 'komünist' olmasıydı. O komünist değildi. Öldürülmesinin asıl nedeni, ülkenin zenginliğini ve toprağını Amerikalı ve Şilili mega-şirketlerden alıp kendi halkına vermesi, böylece o şirketlerin çıkarlarını tehdit etmesiydi. Allende'nin dul eşi geçen hafta öldüğünde, başka bir çağın simgesi gibi görünüyordu - ve derken, birkaç gün sonra, darbe geri döndü.
Honduras sadece yedi milyon sakiniyle, Orta Amerika'da küçük bir ülke, fakat kendine has  bir gelişen demokrasi programı başlatmış durumda. 2005'te Zelaya ülkenin yoksul çoğunluğuna yardımcı olma vaadiyle başkanlık seçimine girdi - ve sözünü tuttu. Asgari ücreti yüzde 60 artırdı, kötü çalışma şartlarının artık kabul edilemez olduğunu ve 'zenginlerin paylarına düşeni ödemesi gerektiğini' ilan etti.
Tepedeki küçük seçkinler tabakası (ülke zenginliğinin yüzde 45'i onların elinde) korku içinde. Honduras'ın kendileri tarafından, kendileri için yönetilmesine alışmışlar. Fakat zenginliğin halka yeniden dağıtılması yönündeki bu dalga Latin Amerika'ya yayılıyor. Şu an barriolar ve favelalarda, çamur ve paslı tenekeden yapılma gecekonduların nasıl ilk defa doktorlarla, öğretmenlerle ve devlet destekli süpermarketlerle tanıştığını görüyorum, çünkü seçilmiş liderleri petrol parasının musluğunu onların tarafına çevirdi. Sözgelimi Venezüella'da Nobel ödüllü Amerikalı iktisatçı Joseph Stiglitz'in atıfta bulunduğu araştırmalara göre, ülkenin en yoksul yarısı Hugo Chavez'i devlet başkanı seçmelerinden bu yana gelirlerinin yüzde 130 arttığına tanık oldu. Bebek ölüm oranları azaldı.
Birçok Latin Amerika ülkesinin bu örnekten ilham almasında şaşılacak bir şey yok: Chavez'in Zelaya gibi insanlara 'rüşvet vermek' veya onların 'beynini yıkamak' zorunda olduğu iddiası abesle iştigal. Tepedeki insanların çalışmadan elde ettikleri imtiyazları korumak için karşı saldırıya geçmesi daima kaçınılmaz-
dı. 2002'de Venezüella oligarşisi Bush yönetimiyle birlikte komplo kurarak Chavez'i kaçırdı. Geri dönüşü, ancak muazzam bir demokratik halk isyanıyla mümkün olabildi. Şimdi aynısını Honduras'ta deniyorlar.
Bununla beraber asker-tüccar şebekesi, Batı dünyasının dört bir köşesindeki kuklalar tarafından hevesle tekrarlanan bir propaganda-mazereti icat etmiş durumda. Generaller demokratik yoldan seçilmiş lideri devirip bakanlarını tutuklamalarının sebebinin demokrasiyi korumak olduğunu iddia ediyor.
Meselenin gerçek yüzüyse şöyle: Honduras 1982'de, iktidarı devretmeye hazırlanan askeri diktatörlüğün himayesinde, oligarşi tarafından yazılmış bir anayasaya sahip. Anayasa devlet başkanının sadece bir dönem görev yapabilmesini öngörüyor, orduysa daimi ve 'bağımsız' varlığını sürdürüyor - amaç, ülkedeki gerçek iktidarın imtiyazlıların elinde kalmasını garantiye almak.
Zelaya bunun demokrasinin önünde engel teşkil ettiğine inandı ve halkın yeni bir anayasa hazırlamak amacıyla kurucu bir meclis seçip seçmeyeceğini görmek için bir referandum önerdi. Bu referandum ordunun iktidarını budayabilir ve belki de başkanın tekrar aday olmasına imkân verebilirdi. Fakat Yüksek Mahkeme, başkanlık seçimine bir yıl kala bağlayıcı bir referandum düzenlemenin anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Bunun üzerine Zelaya, sadece kamuoyunun fikrini ölçen, bağlayıcı olmayacak bir referandum yapılmasını teklif etti. Bu gayet yasal bir teklifti. Halkın kararından korkan ordu silahlarıyla başkanlık sarayına giriverdi.

Halkın kararından korktular
Fakat 1973'den, hatta 2002'den bu yana ilerleme var. Allende ve Chavez'e karşı düzenlenen darbeler CIA'in ve Beyaz Saray'ın heveskâr desteğini almıştı. Fakat bu kez ABD Başkanı Barack Obama, "Darbenin yasal olmadığına ve Zelaya'nın Honduras'ın devlet başkanı görevini sürdürdüğüne inanıyoruz" dedi. Darbeyi de 'korkunç bir örnek' diye niteledi.
Yine de kusursuz bir tepki değil Obama'nınki: Fransa ve İspanya'dan farklı olarak, henüz ABD Büyükelçisini çekmedi. Latin Amerika demokrasisinin büyük frenleri olan IMF'yi ve Dünya Bankası'nı destekliyor ve insan haklarını hiçe sayan Kolombiya hükümetini silahlandırırken, Chavez hakkında atıp tutuyor. Fakat selefi George W. Bush ve geçen yılki başkanlık yarışında rakibi olan John McCain'e kıyasla büyük bir gelişme söz konusu; o ikisi, "Hepimiz şimdi Honduraslı Generalleriz" nakaratına çoktan koyulmuş olurlardı.
Latin Amerika oligarşisinin en çirkin yüzü şu an dünya karşısında yapayalnız duruyor, demokrasiye ve kendi halkına duyduğu nefreti sergiliyor. Bütün zenginliğin makineli tüfeği elinde tutanlara gittiği o eski kıtayı korumak için mücadele ediyorlar. Zenginliğin bu şekilde paylaşılmasının bedelini ben kendi gözlerimle gördüm: Kıtanın çöplüklerinde, artıklarla beslenen esmer tenli çocuklarla tıka basa dolu viranelerde yaşadım, birkaç kilometre ötedeyse Beverly Hills'e benzeyen semtler vardı.
Bu hafta sonu Zelaya kendisini seçen ülkeye geri dönecek, yanında Arjantin'in ve Amerika Devletleri Örgütü'nün başkanları olacak ve hakkı olan koltuğa oturacak. Başarılı olup olmayacağı,
bize çöplüklerdeki o çocukların umut etmek için sebebi olup olmadığını da gösterecek - ve ölümcül 11 Eylül'den yükselen dumanların nihayet dağılıp dağılmadığını. (3 Temmuz 2009)

Radikal