Zorunlu din dersleri ve laiklik


 
 
Danıştay'ın önemli kararlarını uzun bir süredir izlemeye çalışıyorum; maliyeci olduğum için de ağırlıklı olarak özelleştirme, kamu ekonomisi konulu kararlar ilgimi çekiyor ve çoğu kararlarda evrensel hukukun değil, bir tür devletçi yaklaşımın ağır bastığını görüyorum.

Yüksek mahkemeler, bunlara Danıştay türü mahkemeler de dahil, dünyanın her çağdaş ülkesinde özgürlüklerin, yeniliklerin önünü açıcı kararlarıyla ön plana çıkarlarken, bizde tam tersi bir süreç işliyor ve yüksek mahkemeleri ağırlıklı olarak yasaklayıcı, geçmişe odaklanmış kararlarıyla hatırlıyoruz; bu da bir hukuk devletinin gelişimi için büyük bir talihsizlik.

Anayasa Mahkemesi dendiğinde aklımıza 367 kararı, parti kapatma kararları; Yargıtay dendiğinde müslüman olmayan yurttaşlarımıza yabancı denmesi, Dink kararı, 301'i dar bir yorumla sahiplenme; Danıştay dendiğinde de türban yasağına destek, özelleştirme kavramıyla kavga geliyor.

Çağdaş dünyada hukuk devleti yargı kararlarıyla gelişiyor, ilerliyor; bizde ise durum galiba tam tersi.

Danıştay'ın dün basına yansıyan 'zorunlu din derslerinin içeriğinin hukukla uyumsuzluğu' kararı ise kanımca Danıştay'ın son yıllarda verdiği ender doğru kararlardan biri.

Danıştay'ın bu kararı dahi siyasi bir mülahazayı ön plana alarak verdiği kanısı, algılaması bende maalesef egemen ama yine de kararın doğru bir karar olduğuna kuşku yok; üstelik elimizde bir de Türkiye'yi bağlayıcı bir AİHM kararı da var.

* * *

Laiklik kavramı ülkemizde üzerinde toplumsal bir mutabakatın maalesef sağlanamadığı bir konu.

Bu küçük gazete yazısında laiklik kavramından ne anladığımı açmayacağım ama bir yöntem olarak laiklik uygulamalarına vergi kavramı üzerinden yaklaşmanın çok sağlıklı bir tutum olduğunu çok iyi biliyorum.

Laik bir devlette, devletin tüm yurttaşlara, tüm inançlara ve inançsızlığa eşit mesafede durabilmesinin en etkin yolu bu alanlara yönelik kamu harcaması yapmamasından geçmektedir; bu sağlandığı sürece gerçek bir laik devlet yönetimine kavuşabileceğiz ama Türkiye bu noktaya çok uzak ve en önemlisi de bu konuda yasal, hatta anayasal engellerin varlığı.

1982 Anayasası sonrası zorunlu hale gelen 'Din kültürü ve ahlak bilgisi' dersinin laik bir devlete yakışır bir biçimde yani tüm inançlara ve inaçsızlığa eşit mesafeli bir yöntemle verilmediği, derslerin ülkemizdeki çoğunluk inancına çok yakın bir biçimde işlendiği, vergilerle finanse edildiği herkes tarafından çok iyi bilinen bir gerçek ve bu çok aşikar gerçeğin de klasik laik devlet tanımıyla uyuşmadığı da ayrı bir aşikar gerçek.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın elinde de zaten milyonlarca çocuğumuza bu dersi laik bir devlet anlayışı çerçevesinde sunabilecek yani bir dinler tarihi ve felsefesi biçiminde okutabilecek bilgi, donanım ve niyete sahip kadroların olmadığı da çok açık.

Bu meselenin çözümü basittir; laik bir devlet öğretim sisteminde din dersi olmamalıdır, tarih hocaları zaten dinler tarihini, felsefe hocaları da din felsefesini, bir bölüm olarak okuturlar.

* * *

Ancak, toplumun geniş bir kesiminin de çocuklarına din bilgisi verebilme talebi vardır ve bu talep de meşru, demokratik bir taleptir.

Bu meselenin çözüm yerinin ise laik devlet aparatı içerisinde vergilerle olamayacağı, sivil toplum örgütlerinin reşit olmayan çocukların velilerinin talebini, kamu düzenini bozmadan, özgürce yerine getirmesinin esas olduğu çok aşikardır.

Doğru yöntem budur ama bu doğrunun ülkemizde hayata geçirilmesinin önünde yasal, anayasal, tarihsel engeller varsa, bu engeller de fizik kuralları değillerdir, çağa uygun hale getirilir ya da kaldırılır ve toplum özgürce yoluna devam eder, korkacak bir konu ortada yoktur.

Laik devlette hocaları devletten maaş alan zorunlu din dersi olmaz, imamlar devlet memuru olmaz, Diyanet İşleri Başkanlığı bir genel idare kuruluşu olmaz, Din İşleri Yüksek Kurulu olmaz, olamaz.

Bu konulara yönelik toplumsal talebi özel kesim, sivil toplum karşılar; devlet ise ancak bu durumun kamu düzenini bozup bozmadığını demokratik toplum gereklerine göre denetler, mesele bu kadar basittir.
 
 
Kaynak: Star