Barut çiğniyoruz
Yüzümüz tanınmaz
Kördüğümler arasında
Beste heceliyoruz
Elimizde gül resmi
Yaşanan zamana kayıtlı kalmamak gerek. Hayal ve tasavvuru ileriye taşımak zorundayız. Yaşamıyor gibi yaşamak zorunda oluşumuz, kendi elimizle zamanı yaşanmaz yapışımızdan kaynaklanıyor. Böyle bir dönem var mıydı? Müslümanlar böylesi bir durumu, bu kapasite ile, toplu intihar durumu olarak, büyük bir aymazlıkla yaşamış mıydılar?
Her bölgede ecnebi silahıyla kardeşi yok etme süreci, akıl almaz, Kitaba sığmaz toplu yok oluşu resmeden büyük acı fotoğrafıdır. Kendine zamanı haram eden kuşak olarak, sonrakilere intikam bırakmamayı, hiç değilse, önemseyip sessiz murakabeye durmayı başarabilir miyiz? Dağa bakıp, deniz kenarında durup gözleri gökyüzüne çevrip nerdeyiz, neredeyiz; ne yapıyoruz? sorusunu kimseye sormadan önce kendimize sorabilir miyiz?
Tanımlara sığmıyoruz.
Elimizdeki imkan, zamanları aşan nimet elimizin altında. Yön belli, yöntem aşikar, ancak yolcu yolunda değil. Kendimize yetimliği, yoksulluğu öngörüp ondan ayrılmama adına kendimize zulmederken düşmanların kalkınmasına var güçümüzle omuz veriyoruz.
Silahlarımızın sadece seri numarası farklı.
Bir silah düşünün ki, onun tetiğini bile yapamıyorsun ve bir anda, istediğin sayıda sana veriliyor. Karşı cephe de ihmal edilmiyor. Ve veren el aniden satışı durdurduğunda, ya da karşıdakine daha gelişmiş yeni denenen silahlar verdiğinde durum ne olabilir?
Elimize verilen ve alınan silah bizim değildir.
İrademiz dışında elimizde bulunan silah bizi vuruyordur, haberimiz olmasa da. Müslümanlar düşmanları adına böylesine kullanışlı hale gelmişler miydi?
Uzağı göremez, yakını bilemez bir hastalığa ad bulmamız gerekiyor.
Türkiye'deki durumu çok farklı telakki edemeyiz. Şükredeceğimiz sadece bedensel ölümlerin olmaması. Haklıyı haksızı bir anlık bir tarafa bıraktığımızda, halimiz hesabı verilebilir bir duruma denk düşmez. Farkımız, bizim nimetten zehirlenmiş olmanın teşhisine dayanır.
Birbirimizi çoktan anlam dünyasında öldürmüş durumdayız.
Ve her dönemin hastalığı tekrar etmekte, düşmanla yapılan işbirliği ile diğer kesimin üzerine gitme gayreti. Sorunu bile tek başına çıkaramıyor, onunla tek başına baş edemiyor, yüzleşemiyor, her defasında fırsattan beslenecek ortaklar aranıyor.
Yara silah yarasından öte, acı tanımdan uzak.
Yok etme ustası olduk.
Tedavi için düşmana danışmaya gitmekten de utanacak duyarlılığımız yok.
Yine mızrakların ucunda ayetler.
Sloganlar buluyoruz aynı kaynaktan. Bir anda kendimizi Hz. Hüseyin yerine koymaya kalkıyoruz. Aklımıza getirmiyoruz yapıp ettiklerimizi.
İçimiz başka, dışımız başka.
İkili oynuyoruz, Mevla'nın insana şahdamarından yakın olduğunu bile bile. Duadan uzaktayız bedduadır zikrimiz. Dünyamızı ateşe verdik, aynı ateşin ahiretimizi yaktığını düşünemez haldeyiz.
Öfke bizi en şedit sekülerden dünyayı daha önemser duruma getirdi. İntikam hissi ölüm ve ahiret üzerine otağını kurmuş durumda.
Yönleri kördüğüm olmuş, devreden çıkmış halimizi güçlü tevbe çağırsa da duymayan kulaklarımız var.
İşte tam da bu yüzden, yaşanmamış bir zamanı yaşar gibi geçelim üzerinden dönemin. İyi bir dünya, sağlam bir mücadele, sahih duruş bırakamadığımız yeni kuşaklara intikam, öfke ve düşmanlık bırakmayalım. Kendimizi açmazlar içine atarken daha gelmemiş günlere ayrık otları ekmeyelim.
Kin öyle bir körlük oluşturur ki, kişiye yaptığı herşeyi meşru gösterir ve karşı tarafın yaptıklarının tümünü düşmanlık vesilesi sayar. Kin ve öfke vicdanın sağırlaşması halidir. Nasihatin, sulhu çağıran sözlerin kar etmediği, sineye merhamet adına hiç bir girişimin ecza olmadığı zamanlarda asıl düşman ne de masum görünür insanın gözüne.
Vehamet de orada başlar.
Candan aziz emanetin yere düştüğü yerdir orası.
Herşeyi başarmak, dünyayı; ne pahasına olursa olsun, düşman silahı kullanarak da olsa kurtarmak iddiası...
Meşruiyeti, gayri meşru yol ve yöntemle elde etme çabası İslamın öngörüsü ile bağdaşmadığı herkese açık bir durumdur.
Zamanı ziyan ettik, geleceği prangalamakatan uzak duralım hiç değilse...