Yerellik her zaman yerli olmak değildir

Bu ülkede kültürel olarak kendi kendimizi sömürgeleştirmeyi başarmış(!) olduğumuz için hemen her alanda kavram kargaşası yaşanır. Kavramların yerli yerine oturmadığı bir vasatta her türlü hakikat karartılabilir, sahte oluşlar gerçek namına alkışlanır...

Bu nedenle sahte tarih bilgine dayalı sahte kahramanlar üretmek çok kolaylaşmıştır. Milletin hissettikleri ile ona fikir, ideal, hedef olarak gösterilenlerin örtüşmemesinden dolayı bütün bunlara şüpheyle yaklaşması, tevarüs ettiği terbiye ve geleneğin, Müslümanlığın verdiği basiretten kaynaklanıyor.

Tarihsel olarak Batılılaşma maceramız, biraz da yaldızlı umutlar dağıtılarak aldanışların ufkuna yönlendirilmemizin hikâyesidir. Kültürel sömürgeciliğin bizde gerçekleştirdiği en büyük operasyonların hep yerlilik adına, millet, din adına yapılması da bu göz boyacılığındandır.

Bu topraklara ecnebi olanların yerli, köksüzlüğün yerel olarak sunulduğu bir göz boyama işi hep olagelmiştir.

Yerlilik ve yerellik arasındaki uçurum o kadar derindir ki, ancak bu iki temel oluş şartı birbirine karıştırılarak ruhen ve fikren bu topluma ecnebi olan operasyonlar çekilebilirdi.

Türkiye'de muhalif her akım yabancı olmakla suçlanarak meşruiyeti tartışmalı hale getirildi. Kökleri her anlamda ecnebi olanların ise bu memleketin en yerli fikriyatı gibi sunulma becerisi uzun süre geçerli oldu.

Yerel olanın her zaman yerli olduğu söylenemez. İçe kıvrık kalmak donuklaşmayı, durağanlaşmayı getirir kaçınılmaz olarak. Yerli kalarak , kendinde olarak, kendi olarak farklı olanla temasa geçmek, yüzleşmek bir toplum için fikri ve kültürel sağlıklılık işareti olduğu gibi o toplumun gücünün sınanması anlamına da gelir.

Türkiye'de İslami düşünme biçimlerine yöneltilen en önemli ithamlardan biridir 'yerli olmamak'. Siyasal olarak statükoyu, Kemalist modernleşmeyi, genel anlamda batılılaşmayı savunmayı, en azından buna itiraz sesi yükseltmemeyi yerli olmanın şanından sayanlar aslında yerelliklerini örtbas etmiş oluyorlar.

Yerellik ne kadar içe kıvrıklık ise yerlilik özgün olduğu kadar evrensel olmayı gerektirir.

Yerlilik-yerellik ikileminin siyasal açılımı; etno-milliyetçilikle İslamcılık, muhafazakâr-sağcılıkla İslami bilincin evrensel duyarlılığa sahip olması arasındaki çelişkide ortaya çıkar.

Türkiye'de yerlilik görüntüsü altında yerel olma özelliği gösteren 'sağ siyaset', dünya sistemiyle en fazla uyum kabiliyeti gösteren tarzı siyaset olageldi...

Ulusalcıların ilkel yerellikleri hiç bir zaman yerlilik kamuflajına ihtiyaç hissetmedi; çünkü yerliliğin dinle kuracağı zorunlu ilişki onları zora sokacaktı. Sonuçta jakobenlik yerellik olarak ortaya çıkacaktır.

Muhafazakârlık adına çıkan sağ siyasetin tüm tonları, yerelliklerini yerlilik görüntüsüyle gizleyerek ekonomik alanda küresel kapatılmayı sürdürebildiler.

İslami oluşumları, İslamcılık düşüncesini yerli olmamakla itham ederken milliyetçilikten statükoculuğa kadar yelpazenin tüm renklerinde yer alan siyaset ve düşünce tarzlarının bu memleketin insan ve maddi kaynağının küresel dünya sistemine eklemlenmesine ses çıkarmadığı bir vakıadır.

Yerlilik ve yerellik her ne kadar kültürel kodlarla doğrudan ilgili görünse de yerel düşünenlerin, yerelliği aşamayanların sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik olarak memleketin renginin, ölçüsünün, ayarının en fazla bozulması da bu tür siyasetler döneminde olur.

İslam aleminin olduğu gibi Türkiye'nin de Müslüman bir toplum olarak yüzleşmek zorunda olduğu temel açmazlar bir yanda 'kapitalist ilişki biçimleri ile nasıl baş edeceği' sorusu hala en temel başlık olmasına rağmen muhafazakârların gösterdikleri yüksek uyum sayesinde bu konuda neredeyse direnç kırılmak üzeredir. En sağcı ve en yerel olanların artık küreselleşen kapitalist ağlara ve ilişki biçimlerine eklemlenmekte hiç bir çekincelerinin kalmamış olması, entelektüel bir tartışma konusu olmaktan çok daha ciddidir.

Küresel kapitalizmin içselleşmesi, bireysel muhafazakârlığa engel olmuyor. Çok dini gibi görünen kapalı cemaat ve ideolojik akımlar varlıklarını bu ilişkiler üzerinden sağlamlaştırabilirken bireysel ölçekte son derece dindar görüntü verebiliyor. Bu durum modernleşme, sekülerleşme sorunsallarıyla iç içedir; birbirini besleyen, tetikleyen yeni bir durumdur. Oysa Batı'nın modernleşme ve din anlayışı, sanılanın aksine muhafazakârlaşmaya, yani bireysel dindarlaşmaya engel olmadığı gibi sistemin büyük sıçramaları bu ilişkilerin yoğunlaştığı dönemlerde gerçekleşmiştir.

Türkiye'de İslamcı düşünce tecrübesi, yerli kalarak, asıl meselenin bir medeniyet sorunu olduğunu kavrama ve evrensel ölçekte çözüm arayışının gerektiğini fark etme ayrıcalığına sahiptir. Yerelliğin dondurduğu düşünce biçimi küresel sisteme entegrasyonda sakınca görmezken evrensel bir tasavvurla, kuşatıcı fikirlerle küresel tehdide küresel çapta cevap arama işidir İslamcılık. İslam aleminin lokal sorunlarından ayrı olarak küresel ölçekte topyekûn yaşadığı kriz, medeniyetimiz tüm birikimleriyle aşılabilirdi. Bu birikimin içinde bu coğrafyanın imkânlarının, tecrübesinin, tarihinin ayrıcalıklı vasfı tartışma dışıdır. <<<DEVAMI>>>