Bir haftadır ülke dışındayım ama ülkeyi, basını internet üzerinden izlemeye gayret ediyorum.
Son iki gündür yaklaşık tüm basının temel ilgi odağı Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun zehir zemberek deklarasyonu.
Ben de, önümüzdeki günlerde bu açıklama üzerine, deklarasyonun her satırında kendini hissettiren bir ruh üzerine bir-iki satır yazmak istiyorum.
Ama bugün, daha farklı bir konuyu ele almak istiyorum.
Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun bu zehir zemberek deklarasyonunun ürettiği toz-duman içerisinde çok önemli bir haber basında çok az yer bulabildi.
Bu iki konu arasında, yani Yargıtay deklarasyonu ile aşağıdaki konu arasında bir bağlantı kurulabilir mi, bu meseleyi siz okurların takdirine bırakıyorum.
* * *
Yargıtay deklarasyonunun ortalığı toz-duman ettiği günlerde basında çıkan küçük bir haber TBMM Bütçe ve Plan Komisyonu'nda 'Kamu finansmanı ve borç yönetimi' yasa tasarısının kabul edildiğini duyuruyordu.
Yasa tasarısı TBMM Genel Kurulu'na indiğinde konu mutlaka daha derinliğine tartışılacak, tasarıda bendenizin olumlamadığı bir-iki önemli nokta var ama Komisyon'da kabul edilen ve Genel Kurul'a havale edilen tasarının önemi benim pek olumlamadığım bir-iki noktadan kaynaklanmıyor.
Yasa tasarısının en önemli ve kanımca ortalığı ayağa kaldırması gereken yeri TMSF'nin Hazine'ye olan yaklaşık 90 milyar YTL dolayındaki borcunun terkin edilmiş olması.
Meseleyi biraz daha açalım.
1990'larda ve özellikle ikinci yarısında tavan yapan bir sistemle özel ve kamu bankalarının içleri boşaltılıyor, bu boşaltma işlemi özel bankalarda sahipleri tarafından, kamu bankalarında ise, kısmen görev zararı ismi altında siyasetçi-bürokrat-işadamı (!!!) marifetiyle gerçekleşiyor ve bu iğrenç sistem, bütçe açıklarıyla beraber ülkeyi hızla 2001 krizine taşıyor.
2001 krizi sonrası meseleye neşter atılıyor ama operasyonun kaçınılmaz sonucu içleri boşaltılmış bankalara Hazine kağıtları (DİBS) konuyor, bankaların yapıları düzeltilmeye çalışılıyor, özel batık bankalar TMSF'ye devrediliyor ve bu kağıtlar TMSF'nin Hazine'ye borcu haline geliyor.
TMSF gerçekten zorlu bir süreçle bu paraların bir bölümünü kurtarmaya çalışıyor ama bu çabanın çok yetersiz kalacağını herkes çok iyi biliyor ve sonuç olarak milyarlarca dolar borç (faizleriyle beraber anlaşılan 90 milyar YTL'yi bulmuş) TMSF'nin ve nihai olarak da vergi mükelleflerinin sırtında kalıyor.
Bu bankacılık skandalı ve bu borcun oluştuğu, oluşturulduğu dönem hiç kuşkusuz Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemi; dönem aynı zamanda 28 Şubat dönemi diye de anılıyor.
Söz konusu borç yani vergi mükellefine takılan para 90 milyar YTL ve birilerinin yurttaşlara bu paranın ne anlama geldiğini mutlaka anlatması lazım.
Bu bilgilendirme süreciyle beraber bu paranın hesabının mutlaka sorulması, sorumlularının teşhir edilmesi ve gereken cezayı çekmeleri şart; ilgili dönemin tüm siyasi sorumluları, başbakanları bu konuyla ilgili açıklama yapmak zorundalar.
* * *
Özellikle özel bankaların içlerinin vergi mükellefi yani yurttaş aleyhine boşaltıldığı dönem tam da 28 Şubat dönemiyle üst üste oturuyor; bu dönem de dönemin yargı mensuplarının otobüslerle Genelkurmay'a taşındığı ve rejimin içinde bulunduğu tehlikeler üzerine brifinglerin verildiği dönem.
Ve o dönem boyunca kimse rejimi bekleyen en büyük tehlikenin soyulan 90 milyar YTL olduğunu dile getirmiyor; bugünün Yargıtay Başkanlar Kurulu üyeleri de muhtemelen 1997-1998 yıllarında üst düzey yargısal görevlerdeler ve yine muhtemelen brifing alma sürecinin birer parçaları durumundalar.
* * *
1997 senesinin toz dumanından geriye buharlaşan 90 milyar YTL kaldı.
Bugün de inanılmaz bir siyasal destabilizasyon dönemi yaşatılıyor ve bugünden on sene sonra da muhtemelen iktisatçılar, gazeteciler bu yeni dönemin mali yükünün hesabını yapacaklar ve işler demokrasi rayından iyice çıkarsa, ulusalcı avazeler altında buharlaşan paraları yazacaklar.
28 Şubat günlerinde basının bir bölümü bu işin içinde idi; on sene sonra da bugünün durumu daha bir netlik kazanır.
Kaynak: Star