Ya 'ortak tasavvur' ya felaket!

Geçen yılı, Uludere'nin Roboski köyünde yaşanan facia ile kapatmıştık. Ne var ki yıl kapansa da açılan yaralar hala kanamaya devam ediyor. Orada neler yaşandığına, gerçekte neler olduğuna dair tatmin edici resmi bir açıklama yok. Ne otuz dört insanımızın katledilmesine neden olanlar ortaya çıkarıldı ne de cezalandırıldı.

Belli ki Uludere'de devlet ve siyasetten çok bu ülkede bir arada değil birlikte yaşama/olma imkanları provoke edilmek istendi. Muhtemelen toplumsal hafızada bir milat teşkil edecek bu facia, birileri tarafından daha derin bir ayrışma anıtına dönüştürülürken birileri için de siyasal hesaplaşmanın argümanı haline gelecek.

Bu olayı bir fırsat olarak değerlendirerek, bundan siyasal kazanım elde etmek adına Kürt milliyetçiliği üzerinden siyaset yapanların toplumsal uçurumu derinleştirmek için tüm imkanları kullanacakları aşikar. Zira adaletin gerçekleşmediği yerde her türlü istismarın, propagandanın önü her zaman açıktır.

Milliyetçi reflekslerin insanların en tabii haklarını yok saymak üzerine kurulu statükoyu savunmasının da başka haksızlıkların kapısını açması kaçınılmazdır.

Zulme, başka bir zulümle karşı çıkılıyor... Mazlumu savunmak adına karşı zulümleri meşrulaştıran ideolojiler çağındayız çünkü. Aşırılıklar çağının beslediği ideolojilerle kitlelerin, ya iktidar için ya da haksızlığa karşı çıkmak adına zulme başvurduğu bir uygarlık aralığından geçiyoruz. Yaşanan iki dünya savaşının ardından isyan dalgalarıyla gelen karşı mücadeleler, sömürge çağını sonlandırırken başka aşırılıkların önünü açtı. Ulus-devlet, ürettiği monopolitik ulus tipolojisiyle farklılıkları bastırırken küçük-mahalli tiranlıklar üretti. Fransız sömürgeciliğine karşı savaşan Cezayirli devrimcilerin elinde ülkelerinin mikro-tiranlığa dönüşmesi gibi. Arap baharı denilen süreçte başlayan dalgada yıkılan yönetimler bir zamanların özgürlük savaşçılarından oluşuyordu.

Uludere'de katledilen otuz dört insanımıza sahip çıkmak adına ve bu vesile ile bir milliyetçiliğin başka bir milliyetçiliğin diriltilmesi için kullanılması, benzer mikro tiranlıkların kapısını açacak siyasal dili besliyor.

Daha açık biçimde bugün Kürt siyasal hareketi olarak lanse edilen süreçte, Kürt kimliğini de rehin alan ve bizzat hem Kürtlere hem bu coğrafyaya hem de ortak hafızaya yabancı bir dil hakim. Haksızlığa karşı çıkan bir görüntü içinde bu toprağın tarihinden, bilincinden, tecrübesinden intikam alan, yabancılaştırıcı bir siyaset dili meşrulaştırılmaya; dahası meşru temsiliyet alanını gittikçe daha fazla işgal etmeye başlıyor.

Kürt siyasal hareketinin milliyetçi karakteri -her modern milliyetçilik gibi- parçalayıcı, tekçi, dışlayıcı yapay bir kimlik inşa eder. Ankara'da biçilen elbise, Ağrı'ya Diyarbakır'a uymadığı gibi ülkenin farklı yerlerine de dar gelmiştir. Sorunların bir türlü doğal seyri içinde tartışılamıyor oluşunun da bu dar elbiseden ülkeye, insana bakan resmi tutum ve ideolojiden kaynaklandığını artık görmeyen kalmamış gibi. Etnik elbise kadar biçilen dini, kültürel kisveler de dar gelmiştir.

Ulusçuluğun kimlikleri bastırarak insanımızı tek tip ve yabancı bir kimliğe zorlaması gibi buna karşı çıkan ulusçu söylem de benzer tekçi, tarihine, kültürüne yabancı, reddiyeci yeni kimlikler icat ederek başka bir zulme davetiye çıkartıyor.

Burada sorun, karşı milliyetçilikleri tahrik eden statüko bir yana, bu statüko ile hesaplaşması gereken İslami bilinç sahiplerinin statükoya eklemlenmeleridir. Bu durumun, karşı-ulusçu siyaset anlayışını kısa vadede haklı göstermediği ve bu anlayışa hala toplumun mayasında yaşamakta olan ortak tasavvuru mahkum etmek için propaganda imkanı vermediği söylenebilir mi?

Statükonun ilkel ulusçu ideolojisi bir yana, etnik kimlik, liberal özgürlükler adına reçete sunanların ellerinde naif temennilerin, ulusçu söyleme teslim olmanın dışında, bu toprağın insanlarının ortak geleceğe yürümelerini mümkün kılacak bir teklifleri var mı?

Statükonun inşa etmeye çalıştığı ulus kimliğinin Kürtlere yabancı olduğu kadar Türklere de yabancı olduğu gerçeği görmezden gelinerek Kürt sorunu çözülemeyeceği gibi bu ülkenin kronikleşen temel sorunları da çözülemez.

Kürt sorununda ortak tasavvur, kardeşlik gibi ortak bilince işaret eden referansların ısrarla yok sayılması, hafife alınması, gelecek tasavvurumuzu parçalayacak bilinçli bir siyasal ve toplumsal tasarıma dönüşüyor.

Bu ülkenin tarihinden İslam'ı çektiğiniz vakit nasıl bir gelecek tasavvuru inşa edebilirsiniz? Bastırılmış dil, etnik kimliklerin yok sayılması haksızlığın sadece bir boyutudur ve buradan hareketle üretilen çözümlerin başka haksızlıklara kapı açması kaçınılmazdır. Modern milliyetçiliğin yükseliş çağında seküler kostümler bu coğrafyanın insanına dar gelecektir. DEVAMI>>>