Vesayetçi yargı

ANAYASA Mahkemesi'nin cumhurbaşkanı seçimi için 367 oyu şart koşan kararı üç bakımdan tarihe girecektir. Birincisi, kararın 'siyasi' olmasıdır. Hatta bazı üyeler "seçime gidecek bir Meclis'in" cumhurbaşkanı seçmemesi gerektiği, yahut, Anayasa'yı "siyasal kabul ve toplumsal değerler doğrultusunda" yorumlamak gerektiği gibi tamamen siyasi 'ek gerekçe'ler yazmışlardır.

Yüce Mahkeme, 184 oyla toplanmayı açıkça mümkün kılan 96. ve 102. maddelerin "lafzını", yani metnini aşmak için "yerindelik" niteliğinde böyle siyasi yorumlar geliştirmiştir.

İkincisi, bu konuda Anayasa Mahkemesi'nin yetkisiz olduğunu anlatan Sayın Tülay Tuğcu ve Sayın Fulya Kantarcıoğlu'nun yazdıkları 'karşı oy' yazılarının hukuken son derece kuvvetli olmasıdır. Bu 'karşı oy' yazıları, Anayasa Mahkemesi'nin Meclis'e ait bir yetkiyi nasıl "gasp" ettiğini, hatta "anayasa ihdası" yaptığını çok net bir şekilde gösteriyor. Bunu dünkü yazımda anlatmıştım.

Hukuki gerekçe

Üçüncüsü, "esas"a ilişkin olarak üyelerden Sayın Haşim Kılıç'ın yazdığı "karşı oy" yazısında, hukuken çok kuvvetli gerekçelerle, 367 oyun şart olmadığının gösterilmiş olmasıdır.

Bir kısım üyeler 102. maddeyi "367 şarttır" diye yorumlayabilmek için "Cumhurbaşkanı yemini"ne bile atıfta bulunurken, Haşim Kılıç, doğru hukuki yorum metoduyla, "anayasa koyucu"nun, yani Danışma Meclisi'nin tutanaklarına başvuruyor.

Haşim Kılıç tutanaklardan sayfa numarasını vererek Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu sözcüsü Prof. Turgut Tan'ın açıklamasını aktarıyor:
"1982 Anayasası'nda hiçbir özel toplantı yeter sayısı öngörülmemiştir!"
Kılıç, 1961 ve 1982 anayasalarının cumhurbaşkanı seçimine ilişkin düzenlemelerini mukayese ederek de bugünkü Anayasa'mızın sadece "uzlaşma" istemediğini, aynı zamanda, uzlaşma olmasa bile, cumhurbaşkanı seçmeyi kolaylaştırdığını gösteriyor.

Yarın tarihler bu kadar kuvvetli hukuki gerçeklere rağmen, Yüce Mahkeme'nin "367 oy gerekir" diye Anayasa kuralı "ihdas" ettiğini yazacaklardır.

Vesayetçi demokrasi

Bu hukuki tartışmanın ötesinde, daha diplerdeki sorun, bizdeki "vesayetçi demokrasi" anlayışıdır. Merhum Tarık Zafer Tunaya'nın Tek Parti devrini "Diktatörlük değil, vesayet" olarak nitelemesinden itibaren, bu terim siyasi kültürümüze yerleşti: Devletin millet üzerinde "vasî" gibi davranması!
Demokrasiye geçtikten sonra, seçilmişler üzerinde atanmışların normal dışı denetimlerine "vesayetçi demokrasi" deniliyor.

Yasama ve yürütmeyi yargı yoluyla normalin ötesinde kısıtlamak, hatta zaman zaman "yetki gasbı"nda bulunmak bu vesayet kültürünün hukuk sahasındaki devamıdır.

Hukuka uygunluk denetiminin ötesinde, Danıştay'ın "idari vesayet" makamı gibi davranarak verdiği kararlar... Anayasa Mahkemesi'nin siyasi "yerindelik" denetimi yaparak ya da senato gibi davranarak verdiği kararlar...

Prof. Ergun Özbudun, yargı kararları üzerine bu açıdan yaptığı incelemeler sonucunda şunu yazıyor:

"Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşundan bu yana, kendisini yetkilendirmiş olan devlet elitlerinin beklentilerine uygun hareket etmiş olduğu söylenebilir."
Bu sorunu gidermenin ilk adımı, Anayasa Mahkeme'mizin Avrupa modellerine göre yeniden yapılandırılmasıdır; asıl çözümü ise "kuvvetler ayrılığı"nı herkesin içine sindirmesidir.

Kaynak: Milliyet