Türkler geliyor...


 
 
Ankara'nın Suriye-İsrail görüşmeleri kanalıyla Arap-İsrail çekişmesi pistine girişi akabinde Irak-İran dosyasına yeniden girme operasyonunun arkasındaki etkenler ve hesapların yorumu ne olursa olsun şaşmaz bölgesel gösterge, Ortadoğu arenasındaki Türk rolünün yükselişi ve İran rolüne muadil hatta olumlu caydırıcı olarak yükselişidir.  
  
İran'la dengeli Türk rolü, Beyrut'un mayıs ayında maruz kaldığı sıkıntının ve 'İran'ın Irak'tan sonra Lübnan'ı da gasp etmek istediği' yönündeki Arap şikâyetleri akabinde Arap bağlamında ısrarla istenir oldu. ABD ve İran ise Irak'taki şartları değiştirme açısından aynı stratejik konumda idiler. Ortada istenen Türk rolünün Arap mesajı (Mısır ve Suudi Arabistan) bağlamında geldiğini ifade edenler var.

Türk lider Recep Tayyip Erdoğan'ın son Bağdat ziyareti, Ankara'nın Irak ve Körfez bölgesinde soyunduğu rolün en azından Arap rolünün gerilemesinden kaynaklanan boşluğu biraz dolduracak şekilde olduğu mesajı veriyor. Türkiye sistemi laik olsa da esaslı bir İslam ülkesi sayılıyor. Askeri kurumla acı çekişmelerden çıkmış çoğulcu demokrasiye alan açan etkin bölgesel bir güç ve iktidarda İslamcı bir partinin varlığı gölgesinde geniş bölgesel jeo-siyasi bölgesinde dengeli ilişkilere sahip. Bazı Araplar Türkiye'ye 'İran gibi bizim de bölgede rolümüz var. Biz Türkler daha fazla açılımcıyız ve kabul edilebilir bölgesel bağlama giriyoruz. Irak ve Lübnan'da devrimsel değişiklikler istemiyoruz. Klasik dengeler oyununa bağlıyız. Lübnan krizinin çözümüne olan katkımız bunu destekliyor' demek için bölgeye gelen bir ülke olarak bakıyor.

Yeni Türk rolünün tabiri caizse kendisine ilave değer sağlayan iki özelliği var. Birincisi Suriye'nin İsrail ve Batı yönünde kendisi için garanti tek çıkış yolu olarak Türkiye'ye ihtiyaç duyması. İkinci özellik ise Türkiye ile İran arasında bir tür jeo-siyasi dengenin olması. Gerçi İran ve Türkiye, Tahran ve Ankara'daki merkezi devlet kavramına yönelik 'Kürt tehdidi' denilen ortak soruna karşı işbirliği ve eşgüdüm araçları bulmak zorunda kaldılar. Bu durum onları özel şekliyle Irak'taki demokratik federasyon deneyiminin geleceğiyle ilgili kılıyor.

Yalnız Türkiye bölgesel rol oynamak için korkunç imkânlara sahip misyonunun çerçevesi ise güven inşa etmek ve krizlere ilişkin erken uyarıda bulunmak. Türk diplomatların ve uzmanların bu alanda Avrupa'dan kazanılan deneyimleri olduğu sır değil. NATO'da bulunmaları ve Soğuk Savaş döneminde Helsinki girişimindeki etkin katılımları sebebiyle Akdeniz ülkeleri arasında en ehil ülke.

Her halükarda Türkiye'nin bölgesel rolünün imkanları Arap-İslam dünyasıyla ilişkiler ve çıkarlar ağı kriteriyle ölçülürken İran bu alanda fakir görülüyor. Zira İran'ın tek sahip olduğu şey para, silah ve İran stratejik gereklerine göre hareket eden 'bölgesel kollar' kanalıyla nüfuz bölgeleri kurması. Türkiye'nin ve rolünün başka güç unsurları da var. Bölgesel Arap rolünün Irak'taki değişiklikten itibaren yok olmasa da zayıfladığı bir zamanda Türkiye'nin bölgesel yapıya karşılık vermesi bu unsurlardan. Türkiye'nin İran'la karşılaştırıldığında diplomatik alanda daha büyük hareket özgürlüğünün olduğunu unutmuyoruz. Suriye-İsrail arasındaki dolaylı müzakerelerde veya İran nükleer programı krizinde olduğu gibi arabuluculuk rolüne girme imkânı var. Türk diplomasisi ABD ile İran arasında tutumları yakınlaştırmada bariz rol oynadı. Bu yakınlaştırma, İranlıları ilk teklif paketini reddetmemeye ikna etmeye götürdü. Ankara şu an nükleer krizin çözüm diplomasisinde esaslı bağlantı halkası olarak dönüyor. Özetle Türk rolü İran'ı dengeleyici ve olumlu anlamda caydırıcıdır. Ortada Arapları daha dengeli bir diyaloğa teşvik edebilecek dengeli bölgesel bir güç var.
 
Kaynak: Zaman