Türkiye'yi zor günler bekliyor

 
Türkiye'deki laiklik-muhafazakârlık savaşı muhtemelen 2008'in büyük bölümünde sürecek. Bu süreç, hükümeti felç edip AB'yle müzakereleri zorlaştırabilir. AKP'ye açılan dava ülkenin dışarıdan görünümüne de muazzam bir belirsizlik ekliyor. Ekonomi küresel kredi krizinin etkilerine açık

Her yıl 23 Nisan'da Türkiye siyaseti, ordusu ve devlet liderleri ulusal egemenlik bayramını kutlamak için Ankara'daki meclis binasında bir araya gelir. Ülkenin çok iyi becerdiği o ağırbaşlı devlet törenlerinden biridir bu -ve gövde gösterip alkış almak için eşsiz bir fırsat sunar. Bu hafta meclis başkanı milletvekillerinin eşlerini de davet etti ve isterlerse başörtüleriyle katılabileceklerini belirtti. Örtünmeyi kamusal alandan sürmüş bir ülkede tahrik edici nitelikteki bu adım, en üst düzey ordu yetkililerinin resepsiyonu boykot edeceği spekülasyonlarına vesile oldu.

Meclis Türkiye'nin cumhuriyet tarihiyle eşanlamlı bir kurum ve bu tarihin belkemiği de laiklik. Fakat AKP 2002 genel seçiminde ilk kez iktidara geldiğinden bu yana başörtüsü Türkiye'deki yeni bir iktidar mücadelesinin simgesi haline geldi; mücadele laik seçkinlerle (ki ordu bu kesimin en önemli unsuru) yeni bir muhafazakâr ve dindar kuşak arasında.

Müslüman karakter kaçınılmaz
Ordu, yargı ve bürokrasiden menkul laik cephe AKP'yle yeni ve belki de nihai bir hesaplaşmaya hazır gibi görünüyor. Generallerin boykotu, laiklik yanlılarıyla AKP'nin zorlu birliktelikleri dahilinde bir orta yol bulmayı başaramadıklarını açıkça gösteriyor. Zaten Anayasa Mahkemesi AKP'ye yönelik kapatma davasını görüşmeye hazırlanıyor, ki birçok yorumcuya göre bu bir 'yargı darbesi'.
Türkiye'yi İslamileştirme yönünde gizli veya açık bir 'gündemi' olduğunu inkâr eden AKP, şeriatı dayatmaya çalıştığı gerekçesiyle açılan davadaki ilk savunmasını birkaç gün içinde verecek.
Bu hukuk savaşı muhtemelen 2008'in büyük bölümünde sürecek; bu süreç hükümet işlerini felç edip AB'yle üyelik müzakerelerini zorlaştırabilir. Dava Türkiye'nin dışarıdan görünümüne de muazzam bir belirsizlik unsuru ekliyor. Ekonomi zaten yavaşlıyor ve ülke küresel kredi darboğazının etkilerine açık, zira mevcut cari açığını finanse etmek için yabancı sermayeye ihtiyacı var. Ankara merkezli düşünce kuruluşu Tepav'ın başkanı Güven Sak'a göre, bu 'üç kriz'in aynı zamana denk gelmesi, zorlu bir dönemin habercisi.
AKP'ye yönelik dava Türkiye'yi en bildik fay hattı ekseninde kutuplaştırdı. İdeolojik olduğu kadar, psikolojik ve sosyal bir fay hattı bu; ülkenin kuruluşunda ortaya konan katı laiklik vizyonunun, çok partili bir demokrasi olmaya başlamasıyla ortaya çıkan karman çorman gerçeklikle karşılaştığı nokta.
Belki de Türkiye demokratikleştikçe, temeldeki Müslüman ülke karakterinin, siyasi kültürünü yönlendiren bir güç olarak daha fazla ortaya çıkması kaçınılmaz. Soru şu: AKP bu olguyu körüklüyor mu, yoksa sadece yansıtıyor mu?
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen 85 yılda halk göç, sanayileşme, eğitimin yaygınlaşması, demokrasi ve küreselleşme yoluyla değişirken, devlet esasen aynı kaldı: Otoriter, çoğulculuğa düşman ve Atatürk'ün kurduğu devrimci cumhuriyetin laiklik vizyonuna bağlı. AKP'yle laikler arasındaki çatışma bu gerilimi derinleştiriyor.
Laiklik- muhafazakârlık çatışmasına dair yeni bir kitabı yayımlanan Osman Ulagay, AKP'nin yeni ve beklenmedik bir şeyi temsil ettiğini söylüyor ve ekliyor: "AKP toplumsal olarak daha muhafazakâr, daha gelenekçi ve dini değerlere (diğer siyasi partilerden) daha yakın. Fakat aynı zamanda demokratik değerlere, piyasa ekonomisine, AB'ye de daha açık.
Bence laiklerin beklediği bu değildi."
Türkiye'deki laiklik (daha doğru bir tabirle, Fransız 'laisite' kavramı) sadece devletle dinin ayrılmasını değil, devletin dinsel ibadet üzerinde sıkı kontrolünü de vaad ediyor. ODTÜ rektörü Ural Akbulut, bu kontrolün yokluğunda modern laik demokrasinin alternatifinin 'radikal bir İslami diktatörlük' olacağını savunuyor. Akbulut'a göre, '(laiklerin) ılımlı İslam'dan bile neden bu kadar ürktüğünün' izahı bu.
Ancak, laiklik orta Anadolu'nun yükselen şehirlerindeki birçok insan tarafından sadece başörtülü kadınlara ayrımcılık olarak görülür hale geldi. Başörtüsü takmakta ısrar eden kadınların devlet üniversitelerine gitmesine, memur olmasına veya öğretmenlik yapmasına izin verilmiyor. Bu, ikinci kez ve daha da büyük bir çoğunlukla seçimi kazandığı geçen temmuzdan bu yana AKP'yle laikler arasındaki en ihtilaflı mesele.

Davayı açan Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya'yı harekete geçiren de AKP'nin üniversitelerdeki başörtüsü yasağını kaldırma girişimi oldu. Erdoğan, bu girişimden pişmanlık duyduğuna dair nadir işaretler verdi. Fakat meselenin peşini bırakmama tercihi, birçok Türk'ün, özellikle de liberal destekçilerinin kuşkularını haklı çıkardı: Başbakan, ilk dönemindeki yaygın destek alan AB yanlısı reform politikaları, dindar muhafazakârlardan menkul en dar seçmen tabanına hitap eden politikalar uğruna terk ediyordu.

Yalçınkaya'nın AKP üyelirinin açıklama ve eylemlerinin yer aldığı iddianamesi, AKP'nin 'laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı' haline geldiğini öne sürüyor. İddianamenin büyük kısmı gazete kupürleri ve belediyelerin Kuran'ı yaygınlaştırma çabaları, hatta bir örnekte seyyar bir cami kurulması gibi kanıtlara dayanıyor.

Bazı hukukçular kanıtların yetersiz ve ikna edicilikten uzak olduğu kanısında. Bu da davanın siyasi saiklerle açıldığı ve laikliği korumaya yeminli bir mahkeme tarafından siyasi kıstaslara göre değerlendirileceği kuşkularını güçlendiriyor.

Anayasa hukuku profesörü Ergun Özbudun yıllar boyu Türkiye'deki kültür savaşlarına gömülmesinin, mahkemeyi 'siyasi bir aktör, ideolojik bir mücadelenin parçası' haline getirdiğini söylüyor.

Yargıçların oybirliğiyle davayı görüşme kararı alması, AKP'yi kapatacakları anlamına gelmiyor. Fakat bölücü İslamcı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle 1999'da kısa süre hapis yatan Erdoğan için iyi bir haber olduğunu söylemek de imkânsız. Anayasa Mahkemesi, çok partili demokrasiye geçilen 1940'lardan beri 20'den fazla partiyi kapattı. AKP'nin açıkça İslamcı olan iki selefi kapatıldı. Hiçbir kapatma davası reddedilmedi. Bu arada Türkiye dört askeri darbe yaşadı; bir başbakan ordunun talimatıyla asıldı.

Reformları bırakması şüpheli

Daha önceki parti kapatmalardaki koşullarla bugünküler farklı. Refah ve Fazilet partilerinin desteği ve güvenilirliği daha azdı. AKP'yse, bu partilerin mirasçısı olmasına rağmen, her ikisine de fazlasıyla sahip. Geçen temmuzda oyların yüzde 47'sini aldı ve mecliste net bir çoğunluğa sahip. Ayrıca (en azından yakın zamana dek) ılımlı ve liberal kamuoyunun desteği de arkasındaydı; muhafazakâr tabansa zaten sorgusuz sualsiz destek veriyordu. Parti piyasa ekonomisine sıkı sıkıya sarıldı. Bu arada uluslararası destek ve Türkiye'nin AB'yle üyelik müzakerelerine başlamasına vesile olan Avrupa yanlısı tutumu da eksik değildi.

Bu faktörlerin mahkemenin değerlendirmesinde etkili olması beklenir. Fakat yargıçların AKP'yle ilgili yakın mazisine bakınca bu o kadar kesin görünmüyor. Geçen mayıstaki cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında alınan 367 kararı hâlâ belleklerdeki tazeliğini koruyor. Verilen hükmün gerekçesi o kadar çürüktü ki, Özbudun bunu 'hukuki bir skandal' diye niteliyor.
AKP'nin ikinci iktidar döneminde reformcu bir politika izleme vizyonuna ve kararlılığına sahip olup olmadığı, daha kapatma davasından önce soru işaretleri doğurmaktaydı. Erdoğan seçimden beri elde ettiği büyük çoğunluğu fırsattan ziyade yük gibi görüyormuş gibi davranıyor. Başbakanın bu yıl ikinci dönemde ulaşılacak 100'den fazla hedefi içeren bir program açıkladığı doğru. Fakat birçoğu küçük hedefler ve hükümetin bunların üzerine gideceğine dair de pek az işaret var. Yani ekonominin reformdan geçirildiği ve AB'yle müzakerelerin başlamasıyla büyük ilerlemelerin kaydedildiği ilk dönemle tezat söz konusu.

'Kapatma davası akılsızca'

Bu ivme düşüşüyle, Türkiye'nin ekonomik patlamasının sona erdiği yönünde giderek yoğunlaşan hissiyat aynı zamana denk geliyor. Kredi derecelendirme kuruluşu Standart & Poor's bu ay Türkiye'nin notunu negatife düşürdü. Ekonominin yıllık ortalama yüzde 7 büyümesine ve kişi başına milli gelirin iki katına çıkıp 7 bin 500 dolara dayanmasına vesile olan beş yıllık reform sicilinin ardından notun yükseleceğini düşünen hükümet için bu tam bir şok oldu.

Yavaşlayan ekonomi, daha ileri ve derin yapısal reformlara duyulan ihtiyacı açığa çıkardı. AB 301. maddenin değiştirilmesini, en iyisi tümden kaldırılmasını talep ediyor. Fakat milliyetçi tepkilerden korkan hükümet, ne ilericileri ne de gericileri tatmin etmesi muhtemel görünmeyen yapay değişiklikler öneriyor.

Bazı gözlemciler Erdoğan'ın böyle devam ederse, yargısal müdahaleye gerek kalmadan bir sonraki seçimi kaybedebileceğini savunuyor. Tekrar Ulagay'a kulak verip bitirelim: "AKP'nin (reformlar nedeniyle) edindiği şöhret zayıflamaya başlamıştı. Merkez partisi imajını kaybediyor ve dar bir gündeme döndüğü izlenimi veriyordu. Kapatma davası, bu süreci kesintiye uğratan son derece akılsızca bir hareket."

Kaynak: Radikal