'Türkiye'yi AB'ye alın' telkini taktik bir hata

Türkiye'yi Müslüman dünya için model olarak sunmak yanlış; tarihi ve coğrafyası onu özel bir vaka kılıyor. Obama'nın AB'nin bu ülkeyi üyeliğe kabul etmesi gerektiği yönündeki fikrini tekrar etmesi taktik bir hataydı. Türkiye'nin üyelik ihtimalini masada tutmak Brüksel ve Ankara'daki liderlerin işi.

ABD Başkanı Barack Obama, büyük Avrupa turunun son durağı olarak Ankara ve İstanbul'u tercih etmekle görevdeki ilk yüz gününde Müslüman bir ülkeyi ziyaret etme sözünü yerine getirdi. Türk meclisindeki konuşmasını da Amerika'nın İslam'la savaşta olmadığını teyit emek yönünde bir fırsata çevirdi. Fakat ziyareti, Türkiye'nin bir bütün olarak Batı için stratejik önemini de gösteriyordu.

Bu önem kısmen coğrafya kısmen de jeopolitikten kaynaklanıyor. Obama'nın da işaret ettiği gibi, Türkiye Avrupa'yla Ortadoğu arasında doğal bir köprü. Enerji koridoru olarak potansiyeli, ocakta Rusya'yla Ukrayna arasında patlak veren doğalgaz ihtilafında bir kez daha açıkça görüldü. Türkiye sorunlu Kafkasya'da, bilhassa Ermenistan'la ilişkileri onarmak yönündeki mevcut çabaları başarılı olursa, esaslı bir rol oynama şansına sahip. Türkiye'nin ordusu Amerika'dan sonra NATO'nun en büyük ordusu ve İncirlik'te büyük bir Amerikan üssüne ev sahipliği yapıyor. Son dönemde Başbakan Tayyip Erdoğan Ortadoğu diplomasisine kuvvetle yükleniyor; Suriye'yle İsrail arasında arabulucuk yapıyor, İran'la görüşüyor ve Iraklı Kürtlerin kendi kendini yönetme arzularını kuşkulu bir dikkatle izliyor.

Türkiye bir diğer sebeple de önemli. Müslüman bir ülkede laik bir demokrasinin işleyen bir örneği. Türkiye'yi kabaca Müslüman dünya için model olarak sunmak yanlış. Tarihi ve coğrafyası onu özel bir vaka kılıyor. Fakat İslam ve açıkça İslamcı partilerin, işleyen bir demokrasiyle uyuşmadıkları yönündeki yaygın inancı boşa çıkarmaya da yardımcı oluyor.

İlk kez iktidara geldiği 2002'den bu yana Erdoğan'ın ılımlı İslamcı AKP'si Türkiye'deki Atatürkçü müesses nizamın, bilhassa generallerin saldırısı altında. Ancak AKP son yerel seçimde oylarını düşürse de, başbakan ve partisi geniş destek almayı sürdürüyor. Ülke her zaman süreklilik göstermese de büyük oranda liberalleştirici reformlar rotasına oturdu ve bu, Aralık 2004'te Erdoğan'ın AB'yle üyelik müzakereleri için tarih almasıyla bir dönüm noktasını beraberinde getirdi.

Söz konusu müzakereler pürüzsüz ilerlemiyor. Türkiye'nin AB üyeliğinin önünde sayısız engel var ve en az Türkiye'nin kendisi kadar büyük engeller bunlar. Birçok AB ülkesinin kamuoyu Türkiye'nin üyeliğine müspet gözle bakmıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Türkiye'nin üyeliğine karşı olduğunu yüksek sesle ve tekrar tekrar açıkça söylüyor; daha kısık sesle olsa da, Almanya Başbakanı Angela Merkel de benzer bir tutum içinde. Uzayıp giden Kıbrıs ihtilafına bir çözüm bulunması, Türkiye'nin üyeliği için herhalükârda esaslı bir ön koşul. Üzüntü verici olan, kısmen Avrupa'nın göze batan heyecan eksikliğine tepki mahiyetinde, Türklerin AB'nin üyelik koşullarını yerine getirmek için daha fazla reform yapma iştahlarının azalması. Türkiye'deki kamuoyu son dönemde dikkat çekici bir Amerika ve Avrupa karşıtı tutum içinde.

En iyi ihtimalle yıllar sonra üye olur
Bütün bunlar göz önüne alındığında, Obama'nın Amerika'daki AB'nin Türkiye üyeliğe kabul etmesi gerektiği yönündeki fikrini tekrarlaması anlaşılır. Fakat bu taktik bir hataydı. AB liderleri (sadece Sarkozy de değil) dışardan gelenlerin kendilerine herkesin önünde kimin kulüplerine katılması gerekip gerekmediğini söylemesinden hiç hazzetmiyor. Türkiye'nin üyeliğini bir Amerikan fikri gibi gösterebilecek lobi faaliyetlerine değil, AB liderlerinin bunun faydalarına ikna edilmelerine ihtiyaç var. Hepsinin ötesinde, bizzat Türklerin kendi ülkelerinde gerekli şartları yerine getirecek değişikleri yapmaya hazır olduğuna inanmaları gerekiyor. Türkiye'nin AB üyeliği en iyi ihtimalle yıllarca uzakta. Onu masada tutmak, Washington'daki değil Brüksel ve Ankara'daki siyasi liderlerin işi. (Başyazı, 8 Nisan 2009)

Kaynak: Radikal