AKP'nin son yıllarda yaptığı birçok reforma rağmen Türkiye'de ordu hâlâ siyasette güçlü varlığa sahip. Türkiye kamuoyunun yanı sıra dış kamuoyu, Genelkurmay Başkanı'nın bu veya şu soruna yönelik tutumlarını ortaya koymamasını bekliyor.
Türkiye laik ve demokratik bir devlet olmakla övünüyor. Bu ültedeki sistemi savunanlar, Türkiye'yi kendi bölgesindeki dini ve despot ülkelerden ayırmak için bu iki kavramı bir araya getirir. İlginç olan bir nokta da, demokrasilerden söz edildiğinde Ortadoğu'daki 'iki demokrasiye', yani İsrail ve Türkiye'ye işaret edilmesi.
Hiç kuşkusuz bu mantık, demokrasi ve insan haklarıyla uyuşmayan İsrail faşizmi söz konusu olunca geçerliliğini kaybediyor. Türkiye'deyse yol uzun. Türkiye'de demokratik düşüncelerin bölge ülkelerine kıyasla daha geniş yer bulduğu şüphesiz. Özellikle de kriter demokratik seçimler ve siyasi partiler arasında iktidar değişimiyse... Fakat sorun tam burada başlıyor. Türkiye'de her parti iktidara gelebilir ve politikalarını uygulamaya çalışabilir, ancak bunu derin devletle ve orduyla eşgüdümden uzak yapamaz. Tayyip Erdoğan'ın reformlarına rağmen asker Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesine yönelik tavrı gibi, siyasete kabul edilemez müdahale olarak görülen birçok tutum ortaya koydu. Geçen salı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ yıllık konuşmasını yaptı. Bu durum, Türkiye söz konusu olunca bir 'olaya' dönüşüyor. Türk yorumcular Başbuğ'un konuşmasını, ülkenin iç ve belki dış politikasındaki 'yol haritası' olarak görüyor gibiydi. Bu durum AKP hükümetini rahatsız edecek. Zira gerçek demokrasilerde genelkurmay başkanı, politikaları hükümet ve meclis yetkilerini sınırlayarak çizmez. Hatta hükümet Milli Güvenlik Konseyi'yle eşgüdüm içinde olsa bile, bunu açıklayacak isim bir askeri yetkili değil, siyasi yetkili olmalı.
Türkiye'de son noktayı asker koyar; bugün yasalarda, anayasada ve kurumlarda yetkileri azalmış olsa da asker hâlâ söz sahibi. Şöyle bir gerçek de söz konusu: Türkiye'de değişim süreci bazı sınırlamalara maruz kaldı fakat uluslararası değişimlerin gölgesinde, iç değişim süreci engellenemez. Bu sürecin uzun zaman gerektirmesi rahatsızlık oluşturmamalı, zira 80 yılın zihniyetin hemen değiştirilmesi imkânsız. Ordu da bu mantığın ve değişimin kesinliğinin dışında kalamaz.
Dolayısıyla herkes ordunun siyasetteki merkezi rolünü tanıyarak Genelkurmay Başkanı'nın konuşmasını bekleyince, konuşma birçok konuda köklü değişim tohumları içerdi. Başbuğ demokrasiye saygısından ve modernleşmenin sadece demokrasiyle mümkün olduğundan söz etti. Dine saygıdan, ordunun halk için varolduğunu belirtti. Bunlar olumlu, ancak yeni değil. Konuşmadaki tek ve önemli yenilik, 'Türk halkı' yerine 'Türkiye halkı' ifadesiyle kimlik konusuna işaret etmesiydi. Yani bir ırk olarak Türk halkı değil, bir vatan olarak Türkiye halkı. Türkiye'de Türk olmayanların varlığının ordu tarafından ilk kez tanınmasıyla, Başbuğ Kürt ve Arnavut kökenli vatandaşlardan ve özellikle de Kürt kimliğinden bahsetti. Genelkurmay başkanlarının geçmişteki konuşmaları Kürtleri doğu Türkmenleri veya dağ Türkleri olarak tanımlardı.
Bugün Kürtler Türk değil. Ülkenin reform ve istikrar sürecinde bugünün tarihi olduğu şüphesiz. Fakat önemli olan, bu değişimin Kürt asıllı veya Kürt olmayan vatandaşlara güven verecek ve onları yönetimde eşit ve gerçek ortaklar kılacak reformlarla somutlaştırılması. Daha önemlisi, asker kışlasında durmalı. Geçen salı Türkiye'deki Kürtler için tarihi, demokrasi için hazin bir gündü. (Katar gazetesi Şark, Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü, 19 Nisan 2009)
Kaynak: Radikal