Zana olamazdı, Sabri Ok'un olmasına ise izin vermediler
Dünkü yazımda kimlerin Gerry (dün Garry olarak yazmış olduğum için özür dilerim) Adams olamayacağı, yani İrlanda'daki gibi bizde PKK ve Kürt sorununun çözüm sürecinde merkezi ve kilit bir rol üstlenemeyecekleri hakkındaki görüşlerimi aktarmıştım. Ve iki ismin böylesi kritik ve gerekli pozisyonun hakkını verebileceklerini belirtmiştim.
Bunların ilki tabii ki Leyla Zana. Onun hakkında çok fazla şey söylemek gerekmeyebilir, fakat cezaevinden çıktıktan sonra nasıl bir yol izlemiş olduğu genel kamuoyu tarafından pek bilinmiyor. Zana ilk olarak Abdullah Öcalan engelini aşmak zorundaydı. Zira PKK Lideri, özellikle bazı büyük Avrupa ülkelerinin Zana'yı kendi yerine "Kürt hareketinin lideri" yapmak istediklerini düşünüyor ve bunu önlemek için elinden geleni yapıyordu.
Zana ise, AB'den gelen bütün teşvik ve telkinleri bir kenara iterek Öcalan'a ve dolayısıyla PKK'ya tabi olmayı seçti. Fakat yasal siyasi hareketle arasına hep belli bir mesafe koydu. Sırf bu yüzden Ankara'da değil Diyarbakır'da yaşamayı tercih etti. Örneğin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olması yolundaki ısrarlara kulak asmadı. Bununla birlikte birçok yasal faaliyette, en çok da kitle gösterilerinde en ön saflarda yer aldı, buralarda Kürtçe konuşmalar yaptı ve bunların bazıları nedeniyle hakkında yeni davalar açıldı.
Kendisiyle ilk kez yerel seçimler öncesi Batman'da tanıştım ve uzun uzun sohbet ettim. Gündelik siyasete girmediği için yıpranmamış olmaktan son derece memnundu ve kendisini "ben bir siyasetçi değil dava insanıyım" diye tanımlıyordu.
Fakat ben ne kadar uzak durmak isterse istesin Leyla Zana'nın "reel politik" i çok iyi özümsediğini düşünüyorum. Bunda cezaevinde geçen yıllardaki deneyimi herhalde belirleyici olmuştur. Ama, kimileri çok kızacak biliyorum ancak, Leyla Zana'da beni en çok etkileyen onun samimi bir şekilde "çözüm" istemesi. Bunun altını çizmemin nedeni, onun yoldaşlarının bir kısmının çözümsüzlüğü tercih ettiklerini düşünmem. Kuşkusuz Zana'nın "çözüm" den anladığıyla karşısındakilerin anladığı arasında dağlar gibi fark var, fakat bu noktada onun sözünü ettiğim "reel politik" becerisi devreye girebilir ve aradaki uçurum kapatılabilir. Bütün bunlara Kürt hareketi tabanındaki (ve en çok da kadınlar nezdindeki) popülerliği eklenirse Zana'da pekala bir Gerry Adams çıkarmak mümkün olabilir.
Fakat ortada çok ciddi bir sorun var. TBMM'deki yemin töreninin yarattığı travmanın izleri hiç de silinmişe benzemiyor. Diğer bir deyişle Kürt hareketi Zana'yı ne kadar bağrına basıyorsa, Türk kamuoyu da ondan o derece, hatta daha fazla uzak duruyor. İşte sırf bu nedenle Zana'nın Admasvari bir rol üstlenebilmesini imkansıza yakın bir zorlukta görüyorum.
Türkiye'de kalamadı
Tam da bu noktada Sabri Ok bir adım daha öne çıkıyor. Çünkü Kürt hareketinin önde gelen figürlerinden biri olmasına karşın genel kamuoyu Ok'u pek tanımıyor. PKK davasından 20 yıl hapis yatan Ok bu sürenin önemli bir bölümünde örgütün "cezaevleri sorumlusu" ydu. Öcalan'ın yakalanmasından sonra PKK militanlarının ülke dışına çıkartılması operasyonunu, Öcalan'ın talimatıyla Bursa Cezaevi'nden Ok'un yürüttüğü söylenir.
Ok 2004'te tahliye olur olmaz askere gitti. Siyasi yasağı nedeniyle DTP'ye üye olamadı ancak "danışman" titriyle çalıştığı partinin "gölge genel başkanı" olduğu ileri sürüldü. Ok'un bütün bunları Öcalan'ın talimat ve onayıyla yaptığı muhakkaktı. Ok'un en belirgin özelliği hem Öcalan, hem PKK, hem DTP'ye rahatlıkla ulaşabilmesi; basit bir aracı olmanın ötesinde bunların herbirinin üzerinde belli bir otoritesinin bulunması ve birçok stratejik kararı alıp hayata geçirebilmesiydi. Örneğin 2006'daki diğerlerine kıyasla daha başarılı olan "ateşkes süreci" nin önde gelen mimarlarından biri oydu.
Kısacası Ok, pekala "Türkiye'nin Gerry Adams'ı" olabilecek bir konumdaydı fakat devlet içinde en azından bir odak onu bir "fırsat" değil de "risk" ve "tehdit" olarak gördü. Bunun sonucunda etrafındaki çemberin daralmakta olduğunu sezen Ok Avrupa'ya gitti ve bir daha dönmedi. Son dönemde DTP ve bazı sivil toplum kuruluşlarına yönelik düzenlenen operasyonlarda ana hedefin Sabri Ok'un Kürt hareketindeki güç ve otoritesini kırmak olduğunu söyleyebiliriz. "Peki bu doğru bir strateji mi?" diye sorulacak olursa cevabım "Hiç sanmıyorum" olacaktır. Sonuç olarak daha uzun bir süre "Gerry Adams" sız yola devam edeceğe benzeriz.
Vatan