Suriye, Türkiye ve İsrail arasında geçenlerde yaşanan münakaşadan dolayı mest oldu. Bir zamanlar İsrail'in en güvenilir müttefiki olan Türkiye, İsrail'in ve İsrail'in Filistinlilere kötü muamelesinin üstesinden gelmede karşılaşılan zorluklar hakkında Suriye'yle hemfikir.
Türkiye, İsrail ve Suriye arasında Türklerin aracılık yaptığı vaatkâr dört turluk dolaylı barış görüşmelerinin ardından İsrail'in Gazze'de yaptığı azgınlık sonrasında İsrail'den tedirginlik duymaya başladı. Çatışma halindeki iki taraf arasında, İsrail ve Suriye arasında bir barış anlaşmasına varmak için şahsen müdahil olan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, beşinci tur arefesinde, İsrail'in Suriye-İsrail barış görüşmelerinin de canına okuyan Gazze'deki câni savaşı başlatması karşısında kendisini arkadan hançerlenmiş hissettiği söyleniyor.
Ancak Erdoğan'ın, İsrail'in Gazze mâcerası öncesinde bile, 2006 Haziran ayında Gazze'deki bir plajda piknik yapan bir Filistin ailesinin tüm fertlerinin İsrail ateşiyle biçildiği dehşet verici görüntü karşısında üzüntüye kapıldığı da söyleniyor. Bu katliam, İsrail'in Filistinlilere karşı uyguladığı şiddet, Ocak 2009'da Davos'taki Dünya Ekonomi Forum'unda alenen azarlarken bahsedecek denli derin iz bırakmış Erdoğan'da. Türk hükümeti, Türkiye'nin İsrail'den duyduğu hoşnutsuzluğu daha fazla göstermek için, Ekim ayında Türk semalarında düzenlenen ortak bir NATO hava tatbikatı "Anadolu Kartalına" İsrail'in katılımını iptal etti.
İsrail'in icraatları Türkiye'nin hoşnutsuzluğunu izah etmektedir fakat kısmen. Herşeyden evvel, İsrail'in Arap toprakları üzerinde devam eden işgali, barışa ayak sürümesi ve Filistinlilere karşı sergilediği vahşilik yeni bir şey değildir. Hoşnutsuzluğu izah eden diğer kısım, hem Türkiye'nin hem de İsrail'in dış politikalarında yaşanan bir değişimin ürünüdür. Türkiye'yle ilgili olarak iki dinamiğe işaret edilebilir: Bir yanda Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrası dönem batı ittifakında bir sütun olma rolünün sona ermesi ve öte yanda Avrupa Birliği üyeliği önşartı olarak Avrupa'nın Türk siyasetinin demokratikleşmesi üzerindeki ısrarı var. Bu ikisi, Türk ordusunun Türk iç ve dış politikasındaki boğucu hâkimiyetini zayıflattı ve süreçteki merkez siyasi partileri kuvvetlendirdi.
İkinci dinamik ise Avrupa'nın, Türkiye'nin – Türk ulusal kimliği ve gururunu güçlendirmede katalizör rol oynayan AB üyeliğine ayak sürümesiyle ilgili. En Avrupalılaşmış Türkler bile Avrupa'nın onlara yaptığı küçümseyici muameleyi yermeye başladılar. Türkiye'nin zengin emperyal tarihine, 72 milyonluk nispeten büyük nüfusuna ve Ortadoğu'daki komşularını geride bırakan ekonomisine bakınca, Türkiye'nin Brüksel'in ona atayacağı marjinal bir rol yerine bölgede başat bir rolü tercih etmesi an meselesiydi.
İsrail'e gelince, bir zamanlar o aynı Sovyet karşıtı batı ittifakının parçası olan İsrail'in zaman içerisinde güç temerküzüne gitmesi, tektaraflı hareket etmesine ve cezadan muaf kalmasına imkan verdi öyleki İsrail şimdi süpergüç patronuna, Amerika'ya, özellikle de işgal altındaki Arap toprakları üzerinde yerleşimlerin genişletilmesi meselesinde kafa tutuyor.
Özetle, İsrail'in aşırı ulusçuluğu Ortadoğu'yu radikalleştiriyor ve Türkiye'nin "komşularla sıfır problem" politikasıyla teşvik ettiği bölgesel istikrarı tehlikeye atıyor. Komşularla sıfır problem politikası, bölgesel rakiplerin artık savaş baltalarını gömeceği yeni bir bölgesel yaklaşım. Bu şartlar altında, Türkiye ve İsrail'in seyrettiği zıt güzergâhlar çarpışmaya mahkumdur.
Türkiye'nin İsrail'e burun kıvırması Suriye'yi sevince boğduysa da, Türkiye ve İsrail'in ilişkilerindeki dalgayı biraz yatıştırmaları, Suriye dâhil herkesin çıkarınadır. Türkiye, Suriye ve İsrail arasında etkin bir aracı olduğunu ispatlamıştır ve kesintiye uğrayan görüşmeler yeniden başlarsa, beğenin ya da beğenmeyin, odada ve masada, Türkiye'den daha tarafsız bir aracı olmadığını ispatlamış olan Amerika'nın yanında Türkiye de bulunmalıdır
Yazar hakkında: Washington'da bulunan National Defense University, NESA Stratejik Çalışmalar Merkezi profesörü.
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpalsan Balcı