Türkiye siyasetiyle ilgilenen uzmanlardan büyük bir bölümü, Türkiye’nin Ortadoğu’da en büyük rolü oynamaya yöneldiğini düşünüyor. Ve belki de Türkiye bu yönelişin belli bir aşamasında -geçmiştekine oranla daha az güçlü, daha az etkili ve farklı bir şekilde olsa da- tarihi rolünü yeniden elde edeceği bir dereceye ulaşacaktır.
Böyle bir analiz yapılmasının arkasındaki temel etken, çok yavaş bir şekilde gerçekleşiyor olsa da Türkiye’nin iç siyasetinde yaşanan köklü değişimler ve dışarıdaki, özellikle de Türkiye’yi çevreleyen bölgedeki hızlı gelişmelerdir.
Irak Kürdistan’ı Türkiye İçin Bir Giriş Kapısıdır
Türkiye için bölgedeki temel endişe kaynağını Kürt sorunu teşkil ediyor. Irak’taki durumun kritikliği ve Irak’ın parçalanmışlığı, bu endişeyi daha da artırdı. Ancak yerel ve bölgesel temel aktörlerden biri olarak kendilerini kabul ettirme noktasında, Iraklı Kürtlerin ellerini güçlendiren de yine Irak’ın bu kritik durumu ve parçalanmışlığıdır.
Örneğin Irak’ın işgali sırasında Amerika Birleşik Devletleri Kürt kartından yararlandı. Oysa aynı vakitte Türkiye bu karttan kendini soyutlamıştı. Yine bu dönemde Kürtler de Türkiye ile Amerika arasındaki mesafeyi açmak için çalıştılar. Sonunda Amerika, ifa edecekleri hizmetler karşılığında, Kürtler ile birlikte olmak ve onların isteklerini yerine getirmek zorunda kaldı.
Türkiye’yi rahatsız eden de bu durumdur. Çünkü bütün bunlar sonuçta Kürtlerin daha etkili hale gelmesini sağlıyor. Ayrıca Türkiye bütün bu gelişmelerin, Kürtlerin Kerkük’e hâkim olmalarına yol açacağından da korkuyor. Böyle bir şey, Irak Kürdistanı’nın ilan edeceği herhangi bir bağımsızlığın ekonomik temelini oluşturacaktır. Türkiye ise bu durumdan zarar göreceklerin en başında yer alacaktır.
Türkiye - Amerika - Kürtler üçgeni arasındaki ilişkilerin karmaşıklığı kapsamında, PKK unsuru “yaranın üzerindeki kezzap” şeklinde ortaya çıkıyor ve bu durum Irak sınırına yığdığı yaklaşık 140 bin askerle Türkiye’yi askerî gücünü göstermeye sevk ediyor. Türkiye sınıra asker yığmayı, Kuzey Irak’a girip, burayı kendisine karşı gerçekleştirdiği silahlı operasyonlarının hareket noktası edinmiş PKK’yı ortadan kaldırmaya hazırlık kapsamında yapıyor.
Amerika Birleşik Devletleri şu ana kadar Türklere Kuzey Irak’a girmemesi tavsiyesinde bulundu. Ancak herkes biliyor ki, Türkler için Kürt meselesi, ulusal güvenlik listesinin en başında yer alıyor. Onun için talep Amerika’dan gelmiş olsa bile, Türklerin bu meselede hoşgörü ve müsamaha göstermeleri mümkün değildir.
Bu zor konumda Amerika’nın istediği son şey, Kuzey Irak meselesinde Türklerle birlikte mücadeleye girmek. Ancak diğer taraftan Türk-Kürt problemine ilişkin bir çözüme de sahip değildir.
Türkiye başbakanı Erdoğan sonunda, Irak başbakanı Nuri Malikî’nin muvafakati ile, Irak’la bir güvenlik anlaşması imzalamayı başardı. Anlaşma Irak topraklarındaki, daha doğrusu Kuzey Irak’taki PKK varlığı ile mücadele etmeyi de kapsamına alıyor. Ancak yapılan yorumlar, bu anlaşmanın fiilen uygulanma şansı bulamayacağı şeklinde. Çünkü anlaşma, “Irak Kürt bölgesi yönetimini” kızdırdı. Sebep, anlaşmanın uygulanma yerinin söz konusu bölge olmasına rağmen, kendileriyle istişare yapılmamış ve onaylarının alınmamış olması.
Türkiye’nin Bölgesel Etkisini Artıran Bir Unsur Olarak Türkiye Ekonomisi
Türkiye’nin bölgedeki etkisi (nüfuzu) ile, şu andaki bölgesel siyasî, askerî ve ekonomik konumunu karşılaştırdığımızda, ortaya çıkan sonucun, Türkiye’nin potansiyelleri ve -Osmanlı imparatorluğunun çöküşüne kadar sahip olduğu büyük- tarihi rolüyle tamamen orantısız olduğu görülür.
Osmanlının çökmesiyle, onun yerini İngiliz ve Fransız nüfuzu aldı. Bu duruma bir de Türkiye Cumhuriyeti’nin karşılaştığı iç problemler ve Arap muhitinden kopma isteği eklendi. Çünkü Mustafa Kemal geri kalmışlığın sebebi olarak bu muhitte bulunmayı görmüştür.
Sonra Amerika ile Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaş döneminde bölge Amerikan etkisine girdi ve Türkiye kendisini muhasara edilmiş ve kendi muhitinde başkasına tâbi olan bir konumda buldu. İlişkiler bu minval üzere devam edip sürdü.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra durumlar değişti ve sonraki yıllar çok önemli gelişmelere sahne oldu. Özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’de iktidara gelmesinden sonra. Bu durum doğal olarak, Türkiye’yi bölgede kendisinden beklenen büyük role hazırlıyor.
Bir araştırma merkezinin raporuna göre ekonomi, Türkiye’nin 90 sene önceki rolünü yeniden elde etmesini sağlayacak en önemli faktörlerden biridir. Türkiye 2006 yılında genel milli üretim açısından dünyada en yüksek kalkınma hızına sahip devletler arasında, on sekizinci sırada yer aldı. Türkiye ekonomisi aralıksız olarak 5 seneden fazla bir süredir -Belçika ve İsveç’in hemen ardından- senelik % 8 ile %5 arasında bir kalkınma hızı gerçekleştirdi.
Rapora göre Türkiye ekonomisi, Suudi Arabistan’ın ekonomik hacmi de dahil olmak üzere, en büyük İslâm ekonomisini oluşturuyor. Türkiye’nin bunu, henüz Avrupa Birliği’ne girmeden gerçekleştirdiğini de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bir de Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girdikten sonraki gücünü düşünelim!
Türkiye ekonomik açıdan bir Çin değildir; ancak Yakındoğu’nun, Güneydoğu Avrupa’nın, Ortadoğu’nun ve Kafkasların en büyük ekonomisine sahip olduğuna da şüphe yoktur. Evet, Türkiye’nin ekonomik yükselişinin hassas dengelere sahip olduğu ve zor bir süreçten geçtiği doğrudur. Ancak aynı şekilde geriye değil, hep ileriye doğru hareket ettiği ve bölgesel ekonomiler içindeki en dinamik ve öncü yapıya sahip olduğu da doğrudur.
Bütün bunlara Türkiye’nin coğrafi konumunu ve dünyadaki en büyük enerji nakil ağına sahip olduğunu (olacağını) da eklersek, Türkiye’nin rolünün sürekli bir büyüme içinde olduğu ve -yavaş bir şekilde de olsa- tarihi konumunu yeniden elde etme yönünde ilerlediği sonucuna ulaşırız.
Türkiye’nin bölgesel ekonomik nüfuzunun genişlemesinin önündeki engel, karşı karşıya bulunduğu askerî ve siyasî problemlerdir. Türkiye’nin Balkanlardaki ekonomik etkisini, Yunanistan ile yaşadığı sürtüşme ve mücadele sınırlıyor. Kafkaslardaki etkisini, belli bir ölçüde, Ermenistan ile yaşadığı sürtüşme ve mücadele sınırlıyor. Irak’taki kriz ve Suriye ile zaman zaman yaşanan sertleşmeler de güneydeki etkisinin önünde engel teşkil ediyor. Doğuda zaten İran, Ankara’nın nüfuzunun yayılmasını engellemek için çalışıyor. Çünkü Ankara’nın nüfuzunu engellemeyi başardığı takdirde, onun yerini kendi nüfuzu alacaktır.
Eğer Türkiye’nin yükselişi bu şekilde devam ederse, bu durum komşularını, ona karşı daha az düşmanca bir tutum içine girmeye mecbur bırakacaktır. Çünkü ekonomik güç ve dinamik bir karşılıklı değişim ilişkileri, herkesi böyle bir tutum içine girmek zorunda bırakacaktır.
Türkiye’nin ekonomisi yükseldikçe ve siyasi rolü geliştikçe, askerî güç sadece bunlardan elde edilen bir sonuç olacaktır. Çünkü güçlü bir ekonomi, güçlü bir orduya sevk ediyor. Zamanla Türkiye’nin bölgedeki nüfuzu, şu anda tanık olunan ekonomik, siyasî ve askerî gelişimin hacmine eşit olacaktır.
Bu makale Halil Kendir tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.