Teslimiyet

çalmayın, çalmayın, çalmayın.. kendinizden çalmayın
 
 


    teslimiyet...

    işte, bir kelime...

    amma, nice bir kelime...

    *

    gün doğmadan sela verilmeğe başlandı...

    /

    sel'a: hıyarcık hastalığı. yarmak.

    (ruh bedeni yarmış ve kaçmış; artık, geride kalanların hiçbiri, doktor olsun, isterse evlad ve isterse en sevgili, kaçana yetişemez, tutup geri getiremez.)

    sela (c.: eslâ) çocuğun ana karnında iken içinde bulunduğu ince deri.

    (dünyanın bir çocuğu, dünya anasının karnındaki deriyi delip, çıkmış. ayakbastığı yerde nasıl karşılandı acaba?)

    sela': bir acı ağaç.

    (geride kalanların dar/ağacı.)

    yarmak. parçalamak.

    (bir beden yarılmış, parçalanmış, aynen kozanın yarılması, parçalanması  gibi; kanatlanma vakti gelen ruh, kelebek gibi uçup gitmiş --yarıp parçalanan cesedden.)

    ayak yarığı.

    (geride kalıp, hâlâ bu dünyada yürümek zorunda kalanların ayakları bu halde olmalı.)

    sela': pişirmek.

    (bu dünyaya aid vücûd/beden ocağında, tenceresinde, kazanında kaynayıp yeterince pişen ruh, servis edilmiş. bakalım beğenilecek mi?)

    eritmek.

    (ruh, aid olduğu öte dünya özleminin hararetiyle, sonunda bedeni eritmiş.)

    sal'a: belâ, âfet.

    (ruhun bu eritme neticesi kendi vatanına kavuşması, yani özgürlük ve kavuşma sevinci, geride kalanlar için bela ve afet yerine geçermiş.)

    ağaç olmayan kumlu yer.

    (ağaç  bulunmayan kumlu yerde beden, tutunacağı bir dal bulamadığından, ruhu elden kaçırmış.)

    sala': kuyruğun sağı veya solu.

    (titremiş  kuyruğun sağı-solu mu kalır!)

    sala': kellik. baş tepesinin saçı dökülüp açık olması.

    (yükseklerde uçmayı seven ruh, tepeyi açık görünce, bakayım daha yüksek tepelerde ne var, diye merak etmiş.. --açılan tepeden yükselmiş.)

      *

    salâ: namaza davet için çağırmak. minarede okunan salavat, dua. (kelimenin aslı "essalât" veya "salât" dır.)

    (osmanlıcaturkce.com'dan bilistifade)

    /

    bak.. bak, dinle: sayın bay/bayan filanca öldü.

    oysa, ne kadar çok parası vardı!

    ve, üç-beş veya beş-altı sene daha yaşayabilmek için, amerikalardaki hastahanelerde ne kadar çok para harcadı!

    ve ömrünün son on sene kadarını yedek parçalar takılmış olarak, sanki uzatmaları oynar gibi geçirdi. (zenginlik, belki bu uzatmalara yaradı ama ölmemesini yarayamadı! --allah allah, nasıl bir şey bu?)

    yani, katarlar dolusu, dağlar kadar onca parayı kazandı, sahibi oldu. ama, ne karşılığı?

    (teslimiyet olmadığı için)

    sağlık karşılığı.

    oysa, teslimiyet sahibi olsa, iş ve para sahibi olacağım, diye bu kadar üzüntü çekip kendini harab etmez, viraneye dönmez idi. son senelerini  ve günlerini, hastahane odalarında geçirmez idi.

    (ne kadar muhteşem donanımlı olsa da, hastahane odası hastahane odasıdır; hapishane koğuşu bile değil.. hastahane odası... hasta ne yapsın, ne etsin dünya lüksü donanımını!.. tat var mı tat? tuz var mı tuz, tuz, tuz?...)

    gelecek gelir, gidecek gider, derdi.

    rahat uyurdu.

    niye gelmiyor, niye gidiyor, deyip, kendini paralamaz, uykusuz kalmaz idi...

    sağlığını  kaybetdikden sonra, senelerce, "her şeyin başı sağlık" başlığıyla konuşup durdu.

    iyi de, bunda dahi, sağlık ile haddinden fazla kazanma hırsının birbirine rakibliğini (biribirini yemeği gözetlediğini) sarahatle vurgulayamadı.

    "uykunuzdan, yakınlarınıza/yavrularınıza, sevdiklerinize/arkadaşlarınıza aid vakitden çalıp çalışmak sağlığa zararlı ve insanlığa aykırıdır... yapmayın, etmeyin.. sağlığa karşılık sağlık (ilaç, tedavi, hastahane, yedek parça v.s.) ücreti ödeyerek, diğer insanların da maddi-manevi sağlıklarını tehlikeye atarak kazanmayın.. bu tarz ve tür kazançdan sakının, uzak durun, kaçın..."

    diyemedi, vesselâm...