Tehdit sadece askeri mi?

Günlerden beri İran’ın bölge ve Batı için tehdit sayılıp sayılmayacağı tartışılıyor. Batı’da bu konuda yaygın olan tehdit algılaması, “NATO füze kalkanı” projesinin temelini oluşturuyor.

İran’ın son zamanlarda askeri gücünü hızla arttırdığı, orta menzilli füzeler dahil yüksek teknolojiye dayalı silahlar geliştirdiği ve nükleer programını da bir hayli ileriye götürdüğü bir gerçek.

Aslında bu askeri yetenek Batı’yı olduğu kadar, bölge ülkelerini de kaygılandırıyor. Özellikle Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün endişelerini gizlemiyorlar. Bu korkunun nedeni, İran’ın sadece askeri alanda değil, siyasi alanda da kendileri ve bölge için bir tehdit potansiyeli oluşturmasıdır.

Askeri alanda Arap dünyasındaki kaygı, bir cepheleşmeye ve silah yarışına yol açıyor. Suudi Arabistan’ın son olarak hava gücünü modernleştirmek için 60 milyar dolarlık silah siparişi vermesi, bunun göstergesi.

Ancak bu ülkeleri ve de Batı’yı kaygılandıran diğer bir husus, İran’ın bölgedeki siyasi nüfuzunu yaymakta gösterdiği çabadır. Tahran yönetimi bunu bir yandan sağladığı maddi manevi destekle, diğer yandan da dini etkisiyle gerçekleştirmeye çalışıyor. İran’ın bölgede nüfuzunu yayma politikasındaki ataklarına ilişkin, son iki örnek var. Bu ataklardan birinin adresi Lübnan, diğeri de Irak...

Hizbullah yolu ile...
Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın Lübnan gezisi, bir İran liderinin Ortadoğu’daki bu çok kültürlü ülkeye yaptığı ilk resmi ziyaret.

Ziyaretin ilginç yanı, bunun Lübnan’daki Şiileri harekete geçirmiş olmasıdır. Nitekim geniş kitleler Ahmedinecad’ı İran bayrakları, Humeyni ve Hamaney’in portreleri ile karşılamıştır. İran lideri özellikle Güney Lübnan’da, İsrail’e 4-5 km mesafedeki bölgede Hizbullah’a desteğini ve İsrail’i yok etme niyetini tekrarlamıştır.

Lübnan’daki diğer kesimler (Sünni, Hıristiyan, Maronit) bu şovdan rahatsız oldular tabii. Ama bu olay, İran’ın Lübnan’da nüfuzunu artırmakta olduğunu, özellikle ülkenin güneyinde Hizbullah ve Şii güçler sayesinde bir köprübaşı kurduğunu açıkça gösterdi.

Ankara’daki Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (OSAM) uzmanlarından Ortun Orhan Ahmedinecad’ın verdiği mesajı inceleyen yazısında şöyle diyor: “İran’ın olası bir İsrail-ABD saldırısı veya nükleer silah üretimi iddiası nedeniyle baskıların yoğunlaşması durumunda, verilecek ilk karşılık Hizbullah olacaktır.”

Kısacası İran hassas etnik, dinsel ve siyasal dengeler üzerinde kurulan Lübnan’ın geleceğini etkileyebilecek güçte bir aktör olarak kendini gösteriyor.

El Sadr sayesinde...
Aynı şey Irak için de söz konusu. Geçen mayıs ayından beri bir türlü yeni hükümetin kurulmadığı Irak’ta, iki rakip -Nuri el Maliki ile İlyad Allavi- hâlâ cenkleşiyor.

İşte bu kritik noktada İran’ın sahneye çıktığı ve kendi desteğindeki Şii lider El Sadr’ı, El Maliki’nin safında yer alması için “teşvik” ettiği görülüyor. “El Cezire”nin önceki günkü bir haberine bakılırsa, “İran ile Iraklı Şiiler arasında, İran yanlısı bir hükümetin kurulması için gizlice anlaşmaya varılmış” bile...

İran’ın öteden beri Irak’ın geniş bir kesimi üzerinde nüfuzunu güçlendirdiği biliniyor. Ancak Bağdat’ta Tahran’ın yörüngesinde bir yönetimin kurulması, Irak’ta Sünni kesimleri ayağa kaldıracağı gibi Arap dünyasında İran’ı sadece askeri değil, siyasal alanda da bir tehdit olarak görenlerin kaygılarını ve tepkilerini büsbütün artıracaktır.

Kaynak: Milliyet