Suudi Arabistan ve Pakistan’ın nükleer programı

Pek çok uluslararası rapor ve kaynak, Pakistan’ın nükleer programının ekonomik açıdan desteklenmesinde Suudi Arabistan’ın açık ve temel bir rolü olduğuna dikkat çekiyorlar.

 

Pakistan 1998 yılında yaptığı nükleer denemeden dolayı Amerika’nın ve uluslararası  camianın ambargosuna maruz kalınca, Suudi Arabistan Pakistan’a, -2 milyar dolarlık petrol yardımını da kapsayan- ekonomik destek verdi. İşte bu destek Pakistan’ın içinde bulunduğu zorluğu ve yalnızlığı aşıp nükleer projesini tamamlamasında pay sahibi oldu.

 

Batılı birçok istihbarat teşkilatı bu iddianın muteber olduğunu vurguluyor. Onlara göre Suudi Arabistan’ın bu desteği vermesindeki temel hedefi, yüzleşeceği son derece önemli tehlikeler karşısında, Pakistan’ın nükleer santralına hızlı bir şekilde ulaşmayı garanti altına almak. Bu tehlikelerden biri de İran’ın nükleer silah elde etmesi olabilir.  

 

Örneğin İngiliz dış askeri istihbarat teşkilatı MI-6 (Military İntelligence Service), Suudi Arabistan’a, “hazır nükleer teknoloji”yi satın alma gücüne sahip oluşundan dolayı, istediği an “nükleer kulüp”e girmeye hazır bir nükleer güç olarak bakıyor.

 

Suudi Arabistan savunma bakanı, 1999 ve 2002 yıllarında, Pakistan’ın birçok gizli askeri üssünü ve nükleer santralini ziyaret etti. Ziyaret ettiği bu üsler ve santraller arasında, füzelerin imal edildiği ve uranyumun zenginleştirildiği yerler de vardı.

 

Söz konusu ziyaretler Amerika Birleşik Devletleri’nin tepkisine, İran ve İsrail’in de endişeye kapılmasına yol açtı. Bu tepki ve endişenin nedenlerinden biri de, Pakistanlı nükleer bilim uzmanı Abdulkadir Han’ın Suudi Arabistan’ı ziyaret etmiş olmasıdır.

 

Güvenlik alanındaki pek çok askerî yorumcu ve uzman, birçok sebepten dolayı, Suudi Arabistan’ın sıfırdan nükleer çalışmalara girmek yerine, nükleer bomba satın almayı tercih edeceğine inanıyor. Bu sebeplerden bazıları şunlardır:

 

1- Suudi Arabistan, Nükleer Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Anlaşması’nı imzalamıştır. Bunun anlamı, Suudi Arabistan’ın, barışçı çerçevenin dışında girişeceği herhangi bir nükleer çalışma, söz konusu anlaşmayı delmek olacaktır ve böyle bir şey onun gerçekten çok büyük uluslararası problemlerle karşılaşmasına yol açacaktır.

 

2- Suudi Arabistan için nükleer bomba satın alma seçeneği, klasik usulü takip etmeye oranla çok daha fazla hareket özgürlüğü ve hızlılık imkânı sağlıyor. Ayrıca klasik usul uluslararası gayretlerle sekteye uğrayabilir veya çok önemli ve istisnai bölgesel durum, bu usulle nükleer güce ulaşmanın önünde engel teşkil edebilir.

 

3- Amerika’nın nükleer şemsiye yerine, nükleer bomba satın almak, Suudi Arabistan’a bir kalkan ve caydırıcılık imkânı sağlar. Zaten Suudi Arabistan içindeki bazı çevreler, özellikle de 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından, bu ülke ile Amerika arasındaki ilişkilerin bozulmasıyla, Amerika’nın nükleer şemsiyeliğini sağlam bir garanti olarak görmüyorlar.

 

Ancak bir taraftan Suudi Arabistan ile Pakistan nükleer yardımlaşma içine girerken, diğer taraftan da 2003 yılına gelindiğinde bu iki devlete yapılan baskıların dozu iyice arttı. Özellikle de Amerika ve Hindistan’dan gelen baskılar yoğunlaştı. Tabi bu baskılara İsrail’in ve İran’ın duyduğu endişeyi de eklemek gerekiyor.

 

İngiliz The Guardian gazetesi 18.09.2003 tarihli nüshasında, stratejik bir rapora dikkat çekiyor. Rapor, Riyad’ta üç seçeneğin ele alındığı üst düzey bir araştırmayı kapsıyor. Bu seçenekler şunlardır:

 

Birincisi: Caydırıcı bir silah olarak nükleer güce sahip olmak.

 

İkincisi: Suudi Arabistan’ın korunmasını sağlamak için nükleer bir güçle girilmiş ittifakı korumak veya böyle bir güçle ittifak içine girmek.

 

Üçüncüsü: Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge olduğunu ilan etmek için bölgesel bir ittifak oluşturmaya çalışmak.

 

Gazete şöyle diyor: “Suudi Arabistan’ın bu üç seçenekten birine karar verip vermediği şu anda bilinmiyor.” Ancak gazete, Suudi Arabistan’ın bu nükleer seçenekler üzerinde bir çalışma yapmış olmasını bile endişe verici bir gelişme olarak değerlendiriyor.

 

İsrail Askeri İstihbarat Teşkilatı başkanı Ahron Zivi, Ekim 2003’te Siyonist Keniset merasiminde şöyle bir açıklama yaptı: “Suudi Arabistan ve Pakistan, Suudi Arabistan’a nükleer füze başlıkları sağlanması konusunda bir anlaşmaya varmak için görüşüyorlar.”

 

İranlı bir yetkili de Kasım 2004’te yaptığı bir açıklamada Suudi Arabistan’ın Pakistan kanalıyla nükleer silahlar veya nükleer teknoloji elde etmiş olabileceğinden duyduğu endişeyi dile getirdi ve şunları söyledi: “Suudi Arabistan, söz konusu silahlara sahip olmak ve eski Çin füzeleri olan RF-3A’ları, modern balistik füzelerle değiştirmek için  2003 yılında Pakistan ile el sıkıştı.”

 

Sonra İngiliz The Financial Times gazetesi, 05.08.2004 tarihinde, Suudi Arabistan’ın Pakistan’ın nükleer programına yaptığı ekonomik yardım dosyasını ve iki ülke arasındaki ilişkileri yeniden gündeme taşıdı. Gazete, Suudi Arabistan’ın, Pakistan’ın nükleer programına destek verdiğine, Riyad’ın belki de nükleer silaha sahip olmanın peşinde koştuğuna veya hatta bu silahı, bölgenin çalkantılı şartlarının gölgesinde İslâmabad’tan ödünç almış olabileceğine dikkat çekiyor.

 

Gazete, Suudi Arabistan velihatının, o dönemde Pakistan’ın içinde bulunduğu zorluğun hafifletilmesi ve nükleer tercihlerini uygulamaya koyduktan sonra Batı’dan gelecek yaptırımları aşabilmesi için ileri sürdüğü teklifi de hatırlatıyor. Suudi Arabistan velihatı, belirsiz bir süre için Pakistan’a günlük 50 bin varil civarında petrol yardımı yapılmasını teklif etmişti. Pakistanlılar bunu, Pakistan tarihinin en zor şartlarından birinde yapılmış en büyük yardım olarak kabul ettiler.

 

The Financial Times, Suudi Arabistan’ın Pakistan’a yaptığı ekonomik yardımların, iki ülke arasında nükleer bir işbirliği bulunduğu yönündeki kuşkuları beslediğini söylüyor. Gazete üst düzey bir Amerikalı yetkiliden şunu aktarıyor: Suudi Arabistan’ın sağladığı finans, nükleer programı konusunda Pakistan’a yardım etti ve -diğer etkenlerle birlikte- Çin’den nükleer teknoloji satın almasına imkân sağladı.

 

Hindistan, 2005 tarihli bir raporunda şöyle diyor: Suudi Arabistan ile Pakistan arasında gizli bir güvenlik ve savunma anlaşması vardır. Bu anlaşma, İsrail veya Amerika ile karşı karşıya gelmesi durumunda, Suudi Arabistan’a Pakistan’ın nükleer gücünden yararlanmasını garanti altına alıyor.

 

Tâbi  buna karşılık Suudi Arabistan da Pakistan’a, mali yardımda bulunacak. Ve belki de son derece gelişmiş destek uçakları “Avax” ve nükleer bomba taşıyabilecek modern F-16 yardımı yapacak. Ayrıca bunlara Amerika’nın modern askerî teknolojisine ulaşma imkanını da eklemek gerekiyor.

 

Sonra bir Alman dergisi 2006 yılında bu raporu yeniden gündeme getirdi ve şu iddialara dikkat çekti: Suudi Arabistan, Pakistanlı uzmanlarla yardımlaşarak gizlice nükleer program üzerinde çalışıyor. Söz konusu uzmanlar Suudi Arabistan’a, 2003 ve 2005 yılları arasında, asıl kimliklerini saklayarak, Allah’ın evini (Kâbe’yi) ziyaret edecek hacılar gibi geldiler. Ancak bazen bir aya yakın süreyle kaldıkları otellerden kayboluyorlardı.

 

Dergi şu iddialara da yer veriyor: İstihbarat amaçlı yapay uydular tarafından çekilen fotoğraflar, Suudi Arabistan’ın, Riyad’ın güneyinde, yer altında gizli bir şehir, 12 füze mahzeni ve yine onlarca füze deposu inşa ettiğini ve buralarda Pakistan yapımı uzun menzilli Ghauri (Guri)  tipi füzeler depoladığını ispat ediyor.

 

Adet olduğu üzere Suudi Arabistan ve Pakistan bu raporları ve iddiaları reddetti. Pakistan dışişleri sözcüsü Tesnim İslâm bu suçlamaları, “bütün ayrıntılarıyla tamamen uydurma olan ve art niyet taşıyan bir hikaye” olarak niteliyor. Tesnim İslâm ayrıca, “nükleer silahların yaygınlaşmasının önlenmesine tek taraflı olarak bağlı kalacaklarını” ilan ettiklerini ve Pakistan’ın sorumlu bir nükleer devlet olduğunu vurguladı.

 

Ancak, söz konusu raporların Suudi Arabistan ve Pakistan tarafından reddedilmiş olması, aksi yönde göstergeler olduğuna inanan gözlemcileri ikna etmeye yetmiyor. Bu göstergelerden bazıları şunlardır:

 

Birincisi: Medyada yer alan raporların büyük bir bölümü, istihbarat raporlarını destekler nitelikte. Bu konudaki haberleri aktaran gazete ve dergilerin her biri de tanınan, güvenilir ve sağlam yayın organlarıdır; The Washington Times (gazetesi), Forbes (dergisi), The Daily Times (gazetesi) ve birçok İngiliz ve Hindistan gazete ve dergileri gibi.

 

İkincisi: Suudi Arabistan daha önce de çok önemli gizli anlaşmalar imzalamıştı. Bunlardan biri seksenlerin sonunda Çin ile imzaladığı silah ve füze anlaşmasıdır. Suudi Arabistan bu anlaşma ile nükleer başlık taşıyabilen orta menzilli balistik füzelere sahip olmuş ve 3000 km.lik menzile sahip olan bu füzelerle, teorik olarak Ortadoğu bölgesinin büyük bir kısmını vurma gücüne ulaşmıştır.

 

Bu durum Amerika’yı kızdırmıştı. Özellikle Çinli mühendislerin yardımıyla, Riyad’ın yaklaşık 500 km. güneyinde gizli bir askeri üs kurması Amerika’nın öfkelenmesine sebep olmuştu. Bu üs, Amerika’nın tam olarak muhtevasını bilmediği söz konusu füzelerin depolanması için kullanılmıştır. Dolayısıyla Çinliler ile böyle bir anlaşma yapılmışken, Pakistanlılarla da buna benzer anlaşmaların yapılmasının önünde her hangi bir engel yoktur.

 

Üçüncüsü: Bölgesel şartlar, İsrail’in nükleer silaha sahip olması ve İran’ın  da bu yolda ilerleyişi, Suudi Arabistan için nükleer silaha sahip olmayı zaruretten daha elzem bir hale getiriyor. Suudi Arabistan ile Amerika arasındaki ilişkilerin gergin olduğu da dikkate alınırsa durum daha iyi anlaşılır. Bu yüzden, Suudi Arabistan’ın en fazla güveneceği ve yardımlaşacağı kaynak şüphesiz Pakistanlılardır. Evet, bu konuda Pakistanlılar Suudi Arabistan için son sığınaktır.

 

Dördüncüsü: Suudi Arabistan’daki Pakistanlı askerî birliklerin tabiatı hakkında kuşkular bulunması. Bazı uzmanlar, Suudi Arabistan’da bu tür birliklerin bulundurulmasındaki amacın,  şu anda ülkede fiilen mevcut olan veya çok yakın zamanda mevcut olabilecek olan, Pakistan yapımı nükleer başlıkların saklandığı depoların korunması ve güvenliğinin sağlanması olabileceğine dikkat çekiyorlar.

 

“Global Security” sitesi, Suudi Arabistan’ın hazır nükleer başlıklar veya nükleer teknoloji getirtmek için gereken her türlü alt yapıya ve tesislere sahip olduğuna inanıyor. Yine bunların korunması ve nakli için lazım olan bütün araçlara da –ki bunları daha önce yaptığı gizli anlaşmalarla elde ettiği Çin ve Pakistan yapımı füzeler temsil ediyor- sahip olduğunu da düşünüyor.

 

Farklı durumlarda Suudi Arabistan – Pakistan ilişkileri, sürekli ve tam bir yardımlaşma ve koordinasyon gerektiren ayrıcalıklı ilişkiler şeklinde ortaya çıkıyor. Her iki ülkenin de İslâm dünyasında -gerek körfez bölgesinde, gerek Hint yarımadasında- bir ağırlığı bulunuyor. Yine her iki ülkenin de ortak zorlukları bulunuyor. Ki bunları aşmak, iki ülke arasında daha fazla, daha yapıcı ve daha verimli bir stratejik yardımlaşma ve işbirliğini gerektiriyor.

 

 

Bu makale Halil Kendir tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.