Sözün bittiği yer

Çoktan beri Suriye rejimiyle alakalı olarak Türkiye, Batı ve Körfez ülkeleri sözün bittiği ve sabrın taştığı noktadan bahsediyorlar. Herhalde sabrın nihai sınırı 18 Ağustos tarihiyle birlikte doldu. 15 Mart tarihinden beri bir adım ileri iki adım geri atan Batılı liderler son sözü söylememişlerdi.  Ağızlarındaki baklayı yutkunup duruyorlardı. Hatta Libya’da olduğu gibi ABD ve Avrupalı ülkeler Beşşar Esat karşısında ilk adımın İslam dünyasından ve bilhassa Körfez’in güçlü ülkesi Suudi Arabistan ve güçlü komşu ülke Türkiye’den gelmesini bekliyorlardı. Lakin elçisini çeken Suudi Arabistan daha ileri adım atmakta isteksiz davrandı. Türkiye de Batı’nın itmesiyle veya işmarıyla hareket ediyor havasına girmek istemedi.  Arapların deyimiyle değerlerden bahseden Türkiye henüz tavır geliştirme aşamasına geçememişti. Hatta bunun yerine Ahmet Davudoğlu Suriye halkı gibi bir dış müdahaleye sıcak bakmadıkları mesajını verdi.  Türkiye sonuçta bütün mesaisini Suriye rejiminin iyi niyetine bağlamıştı. Şehirlerden tanklarını çekmesini bekliyordu. Lakin Suriye rejimi halkıyla körebe oynar gibi tanklarını bir şehirden çekiyor diğerine salıyordu.  Bununla birlikte, Davudoğlu’nun ziyareti dönüm noktasını teşkil etti. Muhtemelen Batı dünyasının kararı veya kararlılığı orada bizzat Beşşar’a tevdi ve tebliğ edildi. O da şiddet görüntülerinin dinmemesi halinde Batılıların ‘çek git’ çağrısı yapacaklarının hatırlatılması idi.  Hama’dan sonra yine Lazkiye ve İdlip gibi şehirlerde Hama benzeri müdahalelerin devam etmesi Batı’yı kesin bir kanaate ve yol ayrımına sevk etmiş olmalı.  18 Ağustos tarihinde Batı toplu olarak çek git borusu çaldı. Kimi Arap yazarları Beşşar Esad’ın bir son dakika manevra yaparak BM üzerinden şehir baskınlarına son verdiğini açıklayabileceğini düşünüyordu ama yanıldılar.

*

Esasında herkes Türkiye’nin mesajı üzerine odaklandı. Halbuki daha önce Medvedev ile Obama  Beşşar konusunda görüş alışverişinde ve telefon teatisinde bulunmuşlar ve reformlar için süre verilmesinde karar kılmışlar. İşte Davudoğlu’nun ziyareti sürenin dolduğunu ihtar eden son dakika girişimiydi.  Anlaşılan, Beşşar bildiğinden şaşmadı ve son dakika girişimi işe yaramadı.  Güme gitti. Türk basınının bahsettiği gibi, Beşşar burada Ahmet Davudoğlu’nun mesajını almayarak Saddam’ın  Kürşad Tüzmen’e  takındığı pozisyona düşmüştür.  Dolayısıyla benzetme yerindedir. Bununla birlikte aynen Davudoğlu gibi Hillary Clinton da Suriye halkının yabancı müdahale istememe kararına saygılı olduklarını söylemiştir. Bu dış müdahale yok anlamına geliyor.  Lakin Beşşar ve çevresinin Suriye’de halkı bastırmak için insanlığa karşı suç işleyip işlemedikleri BM incelemesine takıldı. Dolayısıyla dış müdahale olsa da olmasa da Beşşar Esat giyotine yaklaşmıştır.

*

Belli ki Türkiye de dahil Batılı ülkeler üç aşamalı bir plan veya siyaset izliyorlar. Bunlardan birincisi, rejimin yalnızlaştırılmasıdır. Zaten rejim halka karşı orantısız güç kullanarak kendisini yalnızlaştırmaktadır. İkinci kademe önlem veya tedbir,  Suriye rejimine ambargo uygulanmasıdır.  Üçüncüsü ise bir dış müdahale seçeneğidir.  Şimdilik bir dış müdahale seçeneğinin gündemde olmadığı anlaşılıyor. Lakin bu ihtimal tamamen de ortadan kalkmış değil.  Şartlar dış müdahale lehinde değil. Zira, Batılı ülkeler  kendi dertlerine düşmüş vaziyetteler. ABD birçok cephede savaşmaktadır ve yeni bir cephe açması, gücünü zorlayacaktır. Ayrıca Suriye’ye saldırı Irak cephesinde İran’la hesaplaşma   sürecini açabilir.  Bununla birlikte, Bush döneminde İran ile ABD arasında Irak ve Afganistan bağlamında defacto var olan ve kurulan ortaklığın Suriye cephesinde yer değiştirdiği gözleniyor.  Suriye meselesinde ABD, AB, Türkiye ve Körfez ülkelerinin aynı cepheye düştükleri varsayılıyor.  Yani Libya’ya has bir koalisyon kurulduğu gibi ileride Suriye’ye has bir koalisyon da kurulabilir. Bu hususta Suudi Arabistan istekli görünüyor. Ya da öyle algılanıyor. Kimilerine göre, bunun temel nedeni İran’ın hem Basra Körfezi’ne hem de Suudi Arabistan’ın kuzeyine abanmasının bu ülke tarafından tahammül edilemez noktaya gelmesidir.  İran ise hala meselenin formel tarafında. Suriye’nin içişlerine karışılıyor mu karışılmıyor mu, onu tartışıyor.  İran bunu tartışırken kimileri de İran’ın Suriye’ye hem silah ve hem de eğitilmiş timler gönderdiğini ve  Kudüs Tugayları komutanı Kasım Süleyman gibilerin Tahran’dan çok Şam’da ikamet ettiğini ileri sürüyorlar.   Tahran, Şam’ın üzerinden yabancıları savmaya çalışırken kendisinin rejimle halk arasındaki kavgaya taraf olduğu ve Suriye halkının işine karıştığı ileri sürülüyor. Herkesin üzerinde ittifak ettiği bir husus ise ek ambargoların işe yaramayacağıdır. Zira bu rejim tecride karşı bağışıklıdır. İkincisi de ‘Şii çeperi’ olarak anılan İran ve Irak üzerinden ambargoyu işlevsiz ve tesirsiz hale getirebilme imkan ve gücüne sahiptir.

*

Beşşar’dan çekilmesini isteyen İspanyol heyet de Şam rejiminin ne yerinden kımıldayacağını ne de reform yapabileceğini düşünmektedir.  Zaten rejimin en büyük problemi aymazlığı ve akıl tutulmasıdır. Beşşar Esad’ın The Wall Street Journal’la konuşması  bu akıl tutulmasına fazlasıyla ışık tutuyor.  Aklı tutuklardan Mübarek bile peşinden gelen Beşşar’a çekil tavsiyesinde bulunmaktadır. Belki de onun derdi devrik liderler kulübüne yeni üyeler devşirmektir. Kimbilir! Beşşar’ın sihirbazları da sanki uzayda yaşıyorlar. Büseyne Şaban bütün dünyanın Suriye’yi kıskandığını söylerken Avrupa’yı haritadan silen Velit  Muallim de ‘kriz geride kaldı’ nutukları çekmektedir.  Televizyonlardaki Suriye borazanları ise ‘ Biz halkımızı Türkiye’den fazla düşünmüyor muyuz? diye kendi kendilerine tersleniyorlar.  Dolayısıyla bunlara göre halk zaten reşit değil. Reşit olmayanla ne paylaşılır? Genelde herkesin birbirine söyleyeceği söz bitmiştir. Eylem vakti gelip çatmıştır. Ama nasıl? Bunun cevabını gelecek günler verecek. Velit Tabatabai gibilerine göre ise bu sorunun cevabı yılbaşına kadar alınır.  Beşşar rejimi yılbaşına kalmadan gidici. Bakalım amok koşusunu kim kazanacak?