Bu yazı son günlerde siyaset ve basın sahnesinde izlediğimiz sözlü düellolarla ilgili. Yazılı düşünmek gibi olacak. Diyelim ki, ben ünlü bir siyasetçiyim ya da zengin bir işadamı, çok okunan bir köşe yazarı ve biri bana karşı sürekli laf ediyor, beni eleştiriyor.
Yine varsayalım ki eleştiriler, bana göre, haksız hatta hakaret ve iftira sınırına yakın. Durumu değerlendirdiğimde izah olarak aklıma iki ihtimalin geldiğini de kabul edelim: Bu adam ya beni kıskanıyor (çünkü o başarısız bir siyasetçi vb.dır) ya da bir çıkar peşindedir (örneğin beni batırıp prim yapacak, gözdağı verip istemediğimi yaptıracak, birilerine yaranacak, egosunu tatmin edecek). Ne yapılır bu durumda? 'Sen!' diye atılıp durumun öyle olduğunu dobra dobra söylemek geliyor akla. Ancak, 'çıkar peşindesin' ya da 'kıskanıyorsun' gibi laflar ettiğimde, bunu kanıtlayacak durumda mıyım? 'Kanıtlamak' derken kendi yandaşlarıma kanıtlamak demek istemiyorum. Onlar zaten her dediğime peşin inanıyorlar. Karşı tarafı susturacak ve 'pardon' dedirtecek derecede delil ve şahit sunabiliyor muyum? Çünkü karşı taraf 'ben inancımı dile getirme hakkımı, eleştirme hakkımı kullanıyorum' derse, zor durumda kalmaz mıyım? Güvenli ve inandırıcı bir biçimde iddiamı ispatlayacak durumda değilsem, bu iddiam niyet okuma sayılmaz mı? (O niyet okuma ki, bu iddia bana yöneltildiğinde hep alınmışımdır.) Kötü niyetin kanıtlanamaması mutlaka kötü niyet yoktur demek değildir, ama kesin biçimde kanıtlanamayan kötü niyetin, aslında var olmayan 'kötü niyet' sayılma olasılığı büyüktür. Artık haklı da olsam, 'delil eksikliğine' rağmen saldırgan olduğum için bu kez ben zor durumda kalırım, diye düşünüyorum. Etrafımda müfteri, şerefsiz gibi laflar uçuşmaya başlayabilir. Zor durumda kalabilirim; çünkü birçok kimsenin gözünde 'niyet okuma' ne hukuksal, ne pratik, ne de ahlaklı bir yöntemdir. Karşı tarafın kıskançlığı veya çıkarı dışında, küçük de olsa başka bir ihtimal her zaman vardır: Hasmımızın demokratik eleştiri hakkını kullanıyor olması. Aslında en büyük ihtimal durumun çok karmaşık olmasıdır. Yani hasmımız bizi biraz kıskanmakta, çıkarlarına karşı olduğumuzdan bize biraz kızmakta, fırsat bulduğunda eleştirerek biraz egosunu tatmin etmekte, bizi sıkıştırarak da çıkarları yönünde bazı avantajlar sağlamaya çalışmaktadır. Bu sentezin varlığının bilincinde de olmayabilir: Yani öfkesinin arkasında kıskançlığın ve çıkarının bulunduğunu belki kendisi de fark etmemiştir. Bilinçaltı dediğimiz durum, yani. Hasmımız eleştirilerini yasal sınırlar içinde ve toplumun demokratik saydığı uygulamalar çerçevesinde yapıyorsa işimiz hiç kolay değildir, değil mi? Yani temelde haklı da olsam, niyet okuduğumdan haksız gibi görünebilirim. Bundan dolayı ünlü kimseler (ki bunlar aynı zamanda pratikte 'güç' sahibi de olurlar), özellikle Batılı dediğimiz toplumlarda çok, çevremizde ve günlük yaşamımızda karşılaşmadığımız boyutlarda gerçekten çok, tahammüllü kimselerdir. Eleştirinin her türlüsüne tahammül etmeye hazırdırlar. Tepkilerini çok nadir dile getirirler. Niyet okumaktan özellikle kaçınırlar ve eleştirilerin kişisel nedenlerden olmadığını kabul ediyor görünürler. Tabii ki eleştirilerin berisinde çıkarın ve kötü niyetin yattığını kimi zaman bilirler, kimi zaman bundan kuşkulanırlar. Ama bunu kanıtlamanın zor olduğunu bildiklerinden, tepkilerinin antidemokratik tutum gibi algılanacağını düşündüklerinden, çekinip eleştirilere ve haksız saldırılara tepki göstermezler. Bir an için dünyadaki en güçlü siyasiyi, ABD Başkanı Bush'un durumunu düşünün. Her gün aleyhine karikatürler, fıkralar, şakalar, saldırılar yayınlanmakta. Çoğunun mesajı başkanın beceriksiz, akılsız, hatta aptal olduğu yönündedir. Ama Bush bu saldırılara karşı çıkacak kadar akılsız değildir. Tepki gösterirse bunun aleyhine olacağını çok iyi bilmekte. Yunanistan muhalefet başkanı Yorgos Papandreu'ya, annesi Amerikalı olduğundan kendisine bir süre Amerika sempatizanı, ajanı, vatan duygusu zayıf, hain demişlerdi. Yıllarca, yüzlerce kez. Hiç davacı olmamıştır. Eski başbakan ve saygın politikacılardan K. Mitsotakis'in İkinci Dünya Savaşı yıllarında işgalci Almanlarla işbirliği yaptığı savunulmuş, düzmece fotoğraflar da yayınlanmıştı. Uçurulan balonları yalanlamakla yetinmişti. Köyde ve mahallede insan ilişkileri başka, kamusal alanda güçlülerin ve ünlülerin durumu başkadır. Kişi ilişkilerinde size karşı iftirada bulunana siz de veryansın edersiniz. Ortak dostlarınıza gider, siz de onun kirli çamaşırlarını ortaya dökersiniz. Bir tür dedikodu da edersiniz. Biraz gözdağı verirsiniz. Sesinizi yükseltir onu bastırmaya çalışırsınız. Ama güçlü ve ünlü iseniz bu 'stil' pek verimli olmayabilir, sizin imajınızı bozabilir. Tahammülsüz görüntüsü verirsiniz. Bunun için böyle haksız saldırılara uğradığınızda en iyisi, ölçülü bir yalanlama ile yetinmektir. Bunun aslı yoktur, durum şöyle şöyledir dersiniz. Karşı tarafın kötü niyetini vatandaşlar zaten anlar, öyle bir durum varsa. Bu yazıya 'farz edelim ki' diye başlayıp, benden yana en olumlu durumları varsaydım: haklıyım, karşı taraf kötü niyetli, ben haklı, o haksız. Ama ya durum benden yana o denli kesin de değilse, yani göremediğim kusur ve eksikliklerim de varsa? 'Aşırıdırlar' deyip eleştirenleri şu ya da bu yolla susturup toplum içinde eleştirileri cesaretlendirmez ve kısarsam, sonunda kritiğin eksik olduğu bir çevre çıkmaz mı ortaya? Özelikle ünlü ve güçlü kesimdensek bu olasılığı da göz önüne alıp tepkilerimizi ona göre dizginlemeliyiz, diye düşünüyorum. Zayıf ve güçsüzün hakkını araması ile güçlünün hakkını araması arasında büyük farklar vardır. Zaten hukuk, yasa, adalet gibi mekanizmalar güçsüz olanı korumak için vardırlar. Ötekiler, yani güçlüler tarih içinde, her zaman kendilerini zaten 'koruyabilmişlerdir'. Nietzsche bu ilişkiyi güzel anlatır. Adalet de, polis de garibanı korur, semtin efesini değil. Ama efelenen de bir gün gelir de baskıyı hissederse ne yapacak? Bunun yanıtını tam olarak bilmiyorum. Ama karakola sığınmasını içime sindiremiyorum. Aklıma şu geliyor: Birinin mahallenin efesi olması kendi seçtiği bir durumdur. Efeliğin de raconu var! Durumu beğenmiyorsa efelikten vazgeçsin. Zaten kendine olan güveni sarsılıp sığınak arasa efeliği de kendiliğinden kadük olur, değil mi?
Kaynak: Zaman