Şimdi susma zamanı-I

.

Saat 17. Televizyonun karşısındayım. Türk Dil Kurumunun ürettiği güzel sözcükle 'geçgeç'liyorum (zapping yapıyorum).

Kanallardaki her konuşmacı, kıyametin koptuğunu söylüyor.

Coşkuyla, telaşla.

Coşkunun/telaşın nedeni belli: Kamuoyunda Ergenekon diye adlandırılan davanın iddianamesini mahkeme kabul etmiş. Bu 'çok kritik bir karar'mış.

Kimileri 'gözlerimiz aydın' diyor, kimileri 'kahrolduk'.

Değerlendirmelerden, yorumlardan geçilmiyor: Suçlama konusu olaylar çok ağır, çok ciddi, çok müthiş, kanıtlar yetersiz, bağlantılar anlamsızmış; iddiaların kimileri safsataymış, dağ fare ya da kirpi doğurmuş yahut da dağ fare ya da kirpi doğurdu diyenler aldanmış, iddialar insanının tüylerini diken diken ediyormuş vb...

Mahkûmiyet hükmü kuranlar da var: (...) olaylarının doğrulukları, kan, kaos, cunta, yöneticiler, ihanet, Danıştay üyesini kimin öldürdüğü, Cumhuriyet gazetesine kimin bomba attığı, insan öldürerek Türkiye'yi karıştıranların, kışkırtanların ve terörden siyasal çıkar sağlamaya kalkışanların örgütü kanıtlanmış, anlaşılmış, saptanmış vb...

İnsanlara mikrofonlar uzatılıyor, telefonlar bağlanıyor, değerlendirmeler, yorumlar alınıyor.

Gözlerime inanamıyorum. Kapatıyorum, gözlerimi. Ama kulaklarım değerlendirmeleri, yorumları, kurulan hükümleri işitmeyi sürdürüyorlar.

Çılgınlık bunlarla da bitmiyor.

Ak camda konuşanlar, sözcüler var. Arkalarında da iddianamenin kabulüyle 'kuşkulu'luktan 'sanık'lığa geçiş yapanların görüntüleri.

Hayır, bunlar görüntü değil, özünde hepimize yönelmiş bir tehdit. İnsan onurunun tepe tepe çiğnenmesi, hiçe sayılması. Çünkü her yerde sanık olarak açık duruşmada yargılanmak, insan onurunu incitir. İncittiği için de uygar ülkelerde sanık statüsüne geçenlere, temyiz gibi yasal yollara başvurma hakkı tanınmıştır. Bizde yok. Yok olduğu için de daha duyarlı davranmak gerekirken 'urun kahpeye!' mantıksızlığıyla, daha doğrusu öfkenin çökerttiği mantıkla onlara geçit resmi yaptırıyoruz.

Benzer yargılar üç gündür sürüyor. Bitecek gibi de görünmüyor.

Birden 27 Mayıs 1960 sonrası basında yansıyan haberleri anımsıyorum. O günün deyişiyle 'düşükler'in korkunç suçları ortalığa dökülmüş; basında yer almıştı: 'İnsanların cesetleri buzdolaplarında saklanmışmış, kıyma makinelerinde yok edilmişmiş vb...'

Kırk sekiz yıl sonra aynı şamata.

Korkunç!

Oysa Ceza Yargılaması Yasası çok açık.

Savcılar, 'kanıtlar, suçun (eylemin) işlendiği hususunda yeterli kuşku' sergiledikleri takdirde kamu davasını açmak zorundadırlar. Takdir yetkileri yok.

Oysa mahkûmiyet hükmü, kuşku kesin kanıtlarla yenildiği takdirde veril(ebil)ir. Sanı, kuşku üzerine hüküm kurulamaz.

Sanı/kuşku taşlarıyla sadece Dreyfus davası gibi devasa adli yanılgıların yollarını döşenir, ancak.

Tarihin tekerrür etmemesi için de, hukuk bunlardan ders almıştır.

Bulduğu çözüm ise şudur: 'Bir suçsuzu mahkûm etmektense bin suçluyu aklamak daha iyidir'.

Anımsatırım.

Bu nedenlerle kuşku üzerine dava açan aynı savcı, açık yargılama/duruşma sonunda, dava açmak için yeterli gördüğü kanıtlar, eğer hüküm kurmak için kesinlik kertesinde inandırıcı değillerse, sanığın aklanmasını ister; istemek zorundadır.

İddianame, yargılamanın en önemli belgelerinden biridir, kuşkusuz.

İlkin, iddianame, adı üzerinde 'sav(lar) yazısı'dır; bir ya da birden çok iddiayı içerir. O kadar. Yargının son sözünü, hükmü/hükümleri içermez. İddia(lar)/sav(lar) ise her zaman çürütülmeye açıktır(lar).

İkinci olarak, iddianame, kim(ler)in hangi eylem(ler)den yargılanacağını belirler; yargılamanın sınırını çizer. 'Davasız yargılama olmaz' ilkesinin doğal sonucudur, bu.

Üçüncü olarak, iddianameler, mahkemelerce yapılan ara yargılama aşamasında, ancak biçimsel ve kanıtların olaylarla ilişkilendirilmesi gibi sayılı ve sınırlı nedenlerle geri gönderilebilirler. Sıradan değil, sıra dışı bir olaydır geri gönderme. Geri gönderme ret de değildir. Eksiklik giderilir, mahkeme iddianameyi sonuçta kabul eder. Buna karşılık bir iddianamenin kabulü kuraldır, her gün binlerce örneği yaşanan sıradan bir olaydır. Asla 'kritik bir karar' değildir.

Gelecek yazımda konuyu irdelemeyi sürdüreceğim.

 

Kaynak: Star