Şalcı Bacı kurban mı, eylemci mi?

Önceki hafta Salt Galata’da Aslı Çavuşoğlu’nun hazırladığı “Kadın şapka giye ki asıla?” projesi kapsamında gerçekleşen bir söyleşiye katıldım. Birkaç ay önce Çavuşoğlu beni arayıp projesi hakkında bilgi vermiş ve Şalcı Bacı etrafında söyleşiye davet etmişti.  Bir heykel yapmış Şalcı Bacı’yı temsilen. Duygulanmamak mümkün değildi. Söyleşi sırasında Şalcı Bacı ile ilk kez karşılaştığım günlere döndüm, 1987 yılında, Tanzimat’tan Günümüze Kılık Kıyafet ve İktidar ciltleri için Beyazıt kütüphanesinde çalıştığım yıllara. Şapka Kanunu üzerine notlar alırken önce Nimet Arzık’ın talihsiz kadınla ilgili hikayesini, ardından Çetin Altan’ın, idamlarda rolü olan dedesi Tatar Hasan Paşa üzerinden yaptığı eleştiriyi iç burukluğuyla dile getirdiği yazısını şaşkınlık ve öfkeyle, acı duyarak okumuştum.

Şaşkındım, çünkü böylesine korkunç bir idamın İstiklal Mahkemesi anlatıları içinde niye yer almadığının bir cevabı yoktu henüz. Pratikte bir anlamı olmayan bir “devrim”in şanı adına dul bir kadın hayatından edildiği için öfke ve acı duyuyordum. Çocukluğum Erzincan’ın Refahiye kasabasında geçti. Etrafımda “İnkılap Kanunları”ndan eleştiriyle söz eden, bu bağlamda ”İstiklal Mahkemeleri”ni de konu alan tartışmalar olurdu; ucundan kıyısından dinlerdim. Harf ve Şapka devrimleri ve bu “devrim”leri takiben memlekette meydana gelen ölümcül baskı gündelik hayatın konuşmalarına bir köşesinden sızardı;  Cemal Şakar’ın hazırladığı “Sessiz Harfler” kitabında yer alan “Eksik Birkaç Harf ve Annem” başlıklı öyküde bunu konu almıştım. Fakat Şalcı Bacı ismini duymamam tuhaf.  Ne kitaplarda gördüm adını 1987’ye kadar, ne de bir sohbet ortamında işittim.

Buna karşılık onu tanımaya hazırlanıyordum. Hor görülen, nüfustan sayılmayan kadınların arasına karışarak yazgılarına düşen dertleri paylaşma gibi bir sorumluluk duymaya başlamıştım. Sahip olduğum çeşitli imtiyazlar nedeniyle onlara borçlu olduğumu düşündürüyordu bana hayat bilgilerimin ayrıntıları. Aylık Dergi’de 1985’de yayımlanan “Gülsüm Bacı’yla Buluşma” ismini taşıyan öykümde dile getirmeye çalıştığım tasalardı bunlar. Gülsüm Bacı, Alevi ve Kürt kökenli bir köylü kadındı. Köyünden gelir ve memur evlerinde temizlikçi olarak çalışırdı. “Hicap” konusundaki dikkati, çalışma hayatına mecburiyetinin bilinciyle bütünleşiyordu. Hayatını kazanmak, ayakta durmak, zamanın birinde mecburiyetle bir memura evlatlık verdiği kızını arayıp bulmak zorundaydı. Anlattığı masallarda yaşadığı acılar ne kadar yer tutuyor kestiremezdiniz. Tesettüre yönelmem çilelerin bilgeleştirdiği hayat mücadelesi veren yoksul köylü kadınla bir veya birkaç düzeyde buluşma anlamına da geliyordu. Bizi buluşturacak olan dışarıdan yönelen silah hatta kanun hamlesi değil, öncelikle ilişkilerimize sindirilmesi önemsenen takva ve tevazudur.

Ortak olan bir başka şey, “şal”. Kasabada “atkı” denilirdi. Annem de kullanırdı. Bir metre kare genişliğindeki etrafı püsküllü yün kumaş kışın sıcak tutması için yaygın olarak kullanılırdı, ama yazın da kumaşı daha hafif olan bir türü  sokağa çıkılırken başa atılırdı. Şimdilerde “şallı kızlar” şeklinde mizahi yanı ağır basmaya başlayan bir eleştiri var, Asım Gültekin Genç dergisinde yayımlanan bir yazısında bu eleştiriyi eleştiriyordu.  Bu tür üçgen biçiminde ve yüzü kısmen örtecek  şekilde kullanılan geniş şal ise Doğu Anadolu kadınlarının dış kıyafetlerinin bir parçası. Asıl adının “Şöhret” olduğu söylenen Şalcı Bacı, iki oğlunu babasız yetiştirdiği için güçlü olmaya zorlanan kadınlardan. Kuşkusuz işi gereği ağzı laf yapıyor olmalı, ayrıca güvenilir bir kişiliğe sahip olmaksızın evlere girip çıkması mümkün olmazdı. Erzurum’da o dönemde bir kadının bohçacılık gibi kısmen erkeklerin alanı sayılan bir işi sürdürüyor olması hem yadsınamaz bir mecburiyeti hem de özel yeteneklere sahip olmayı gerektirirdi.

Yıl 1925, aylardan Kasım…  Şapka Kanunu çıkıyor. Kayseri, Rize, Maraş, Rize, Erzurum… İtirazlar ve protestolar yayılınca Gezici İstiklal Mahkemeleri yurdu dolaşmaya başlıyor. Tedhiş ortamında idamlar birbirini izliyor. Şapka Kanunu çıkarılmadan bir yıl dört ay önce, 1924’te yayınlanmış olan “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli kitabı nedeniyle İskilipli Atıf Efendi idamla cezalandırılıyor. Karar gecesi hücresinde uyuya kalıyor ve kısa bir süre sonra uyanarak oda arkadaşı Tahir-ül Mevlevî’ye, “Beni idam edecekler, Allah’ın sevgilisine kavuşacağım” diyerek savunmasını hazırlamaktan vazgeçiyor.  

Şalcı Bacı ise tarihimizde “siyasal” suçtan asılan ilk kadın. Gerçekten tuhaf, adını daha fazla duyuyor olmalıydık. Yakın tarihin tartışıldığı dönemlerde torunlar hakları çiğnenmiş dedeleri adına söz alıyor ya… Çetin Altan bir tevile gerek görmeksizin dedesi Tatar Hasan Paşa’nın Şalcı Bacı’nın idamında oynadığı rolü, üzüntüsünü dillendirmek üzere anlattı bir kitabında; “Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince bir sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içinde” diye dile getirdi duygularını… 

Salt Galata söyleşisinde Şalcı Bacı bir eylemci mi, kurban mı, bunu tartıştık. Galiba ikisi birden. Bir taraftan oğullarının tutuklanmasına karşı bir eylemin içine giriyor, protesto ediyor, diğer taraftan ise konjonktürün talep ettiği tedhiş ortamının sürmesi adına feda ediliyor

Giderek sönükleşen protetoları Halide Edip şöyle değerlendirmiş: “Devrimler arasında en ciddi muhalefeti yaratan şapka kanununa sokaktaki adamın karşı koyması, kanunu yapan adamların hareketinden çok daha batılı idi. Çünkü, şapkaya karşı koyanların çoğu ekonomik nedenler dahil, birçok haklı temellere dayanıyordu.”

Bitmeyen medeniyet travmamızı açıklarken hatırlanması gereken cümleler bunlar aslında. Batıyı en iyi kim anladı? Kim daha doğru Batıcı? Medeniyet krizi yaşarken kadınların kılık-kıyafetini konuşmaların merkezine yerleştirmenin anlamı nedir? Şalcı Bacı’nın bu tartışmalar içinde bir yeri, söz hakkı olmadı. O bir kurban, ama aynı zamanda –ister istemez- eylemci, evet.

Erzurumlu dostlar rahmetli Vedat Aydın ve Şahin Torun, Muzaffer Taşyürek, Naci Elmalı ve Çetin Baydar’ın yaptığı araştırmalara dayanarak farklı yorumlar da getirmişlerdi. Son olarak Şahin Torun anlattı: Mesele mekteplerin dinsel içeriğinden soyutlanması meselesidir ve şapka baskısı kışkırtıcı etki yapmıştır. Ortalıkta bir mektep meselesi söylentisi dolaşıyor. Tevhidi Tedrisat’la yerleştirilecek tek tip eğitim medreseleri ortadan kaldırmayı mı amaçlıyor? Valilik önünde toplanan protestocu kalabalığın arasında Şalcı Bacı’nın oğulları da vardır.  Delikanlılarla askerler arasında bir arbede yaşanıyor. Şalcı Bacı da olanları duyunca vilayet binasının önüne koşuyor. Askerlerin canını sıkacak sözleri yüzünden de tutuklanıyor. Kış eşiğinde ayazı duyuran hava daha bir soğumuş olmalı. Aynı gün içinde yetiştirmesi gereken siparişleri vardı belki. Vilayet binası önüne geldiğinde bohçası yanında mıydı, o bohça sonra nerelere atıldı? Kim bilebilir kaç yıl gözler bahçe kapılarında olacak, kulaklar Şalcı Şöhret Bacı’nın sesini ayırt etmeye çalışacak. Fakat tarihin/zamanın bir tahammül süresi var.

Kendi başörtülü olarak yaşama ve çalışma mücadelemin bir parçası olduğu kadar henüz ismini bilmediğim kadınlara ve erkeklere duyduğum borçluluk düşüncesinin de bir eseri olarak yazarlık hayatımın ilk birkaç yılını İskilipli Atıf Efendi’ye ve tesettür mücadelesi veren genç kızlara ithaf ettiğim Tanzimat’tan Günümüze Kılık Kıyafet ve İktidar ciltlerine ayırmıştım. SALT Galata’da söyleşimiz sırasında Aslı Çavuşoğlu kendi projesini yapma sürecini anlattı. Salonda bulunan Erzurumlu gazeteci ve yazarlar, Ayşe Olgun ve Suat Köçer de söyleşiye katıldılar. Bir kez daha Şalcı Bacı’nın adının kendi şehrinde o kadar ortalıkta dolaşmadığı fark ediliyor. Bunun sebebini Mete Tunçay’ın Şapka Devrimi’ne dönük protestolar üzerine yaptığı şu değerlendirme özetleyebilir: “İdamların ardından şapka gerçekten pahalı olduğu halde kimsede bu mazereti öne sürecek hal kalmamıştı. İnsanlar sorunun fes ya da şapka değil onun giyileceği kafayı yerinde tutabilmek olduğunu görüyorlardı.”

Öyle gerçekten, tarihin bir tahammül süresi var. Benim karşılaşmam, yıllar sonra genç sanatçı Aslı Çavuşoğlu’nun karşılaşması… Yazımın girişinde Şalcı Bacı vakasıyla ilk karşılaştığımda duyduğum şaşkınlıktan söz ettim. İstiklal Mahkemesi kurbanları veya eylemcilerinden söz edilirken niye hiç bahsi geçmezdi? Bu soruya hâlâ tam olarak cevap bulabilmiş değilim. Kuşkusuz Şalcı Bacı maruz kaldığı cinayeti hatırlatmayı sürdürüyor, ancak kendi şehri dahi unutmuş gibi yapıyordu. Onu koruyamamışlardı, hiç olmazsa çocukları tehlikelerden tehditlerden uzak yaşasınlar diye mi sustu insanlar?

Son birkaç yılda Erzurum’a birkaç defa gittim ve her gidişimde de katıldığım toplantılarda Şalcı Bacı’yı sordum, aradım. Şehir Şalcı Bacı’yı daha güçlü bir şekilde hatırlamaya hazırlanıyor diyebilirim. İade-i itibar mı? Yitirilmiş bir itibardan söz etmemek gerekir.   

Benim kütüphane arşivindeki karşılaşmamdan neredeyse 25 yıl sonra güncel sanatçı Aslı Çavuşoğlu Cumhuriyet Dönemi'nde yapılan kılık kıyafet yasakları üzerine okumalar yaparken  talihsiz Şalcı Bacı’nın adıyla karşılaştı. Çok şaşırdı, etkilendi ve çeşitli sorulara cevap ararken “Kadın şapka giyile ki asıla?” projesini hazırlamaya başladı. Bu proje kapsamında yaptığı heykel halihazırda Şişhane Otoparkı’ndaki Moving Museum sergisinin girişinde yer alıyor. Ben gördüğümde doğrusu çok duygulandım. 

Çavuşoğlu’nun sitemizin okurları için projesi üzerine sorduğum sorulara cevaplarını okuyacaksınız aşağıda. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Sanırım bundan böyle Şalcı Bacı’nın adını daha sık duyacağız. Hakkında filmler yapılacak, belgeseller hazırlanacak, herhalde kitaplar, romanlar yazılacak. 

Bu proje fikri nasıl ortaya çıktı? Şalcı Bacı'nın başına gelenleri ilk öğrendiğinizde neler düşündünüz?

Şalcı Bacı'yla, Cumhuriyet Dönemi'nde yapılan kılık kıyafet yasakları üzerine okumalar yaparken karşılaştım. Bir kadının idamının, o dönemde erkeklere atfedilen eylemlilikler üzerinden (fes taraftarlığı ve protesto) gerçekleştirilmesi acı olduğu kadar, üzerinde düşünülmeye de değer. Şapka takmamak için evlerini hayatları boyunca terk etmeyenler ya da aynı sebepten Suriye'ye göç edenlerlerin hikayeleri arasında, 1-2 cümleyle betimlenen Şalcı Bacı'nın idam edilmesini takip eden sessizlikten de en az vakanın kendisi kadar etkilendim. İdam mangasınca mezarı bile esirgenmiş, ismi dahi bilinmeyen Şalcı Bacı üzerine son derece az bilgi bulunuyor. Bunlar arasında da Şalcı Bacı genellikle bir yanlışlık kurbanı olarak betimleniyor: Protestoya yanlışlıkla karışmış ve gözdağı verilmek üzerine idam edilmiş bir kurban. Ortada bu kadar belirsizlik mevcutken insan başka türlü düşünmeden de edemiyor: Acaba protestoya bile isteye gitmiş olması, hatta şapkaya karşı olması düşünülübilir mi? Hiçbir şekilde idam kararını haklı çıkarmayan bir direniş olasılığını gözönünde bulundurmak ve bunun üzerine bir anlatı şekillendirmek mümkün olur mu diye merak ettim.  

Mezarının yeri bile bilinmeyen Şalcı Bacı'nın unutuluşunu, kendisine atfedilen yegane şey olan 'Kadın Şapka Giye ki Asıla?' sözlerinin yazılı olduğu bir mezartaşıyla biraz dağıtmak ve Şalcı Bacı'nın idam edilme olasılıklarının gerçekleştirdiğim iş üzerinden bir parça hayal edilmelerini istedim. Daha kapsamlı bir projenin ilk ayağı olarak düşünülebilecek bu iş yalnızca bir başlangıç.  

Yaptığın çalışmayı nasıl değerlendiriyorsun? "Güncel sanat" diyebilir miyiz?

Güncel sanat, klasik sanatlardan düşünce ve estetik/düşünsel haz biçimleriyle ayrılan bir alan. Argümanlarımı ve estetik kaygılarımı da en iyi bu alanda yansıtabildiğimi düşündüğüm için sanırım yaptığım hemen her şey bu alanda okunabilir.