Geçen hafta, 8-9'u 'korucu' statüsünde bulunan 13 kişinin ölümüyle sonuçlanan pusudan sonra, evvelki gün de, Şırnak'da 13 asker topluca bir pusuya kurban gittiler.. Elbette başta aileleri olmak üzere, kamuoyu adeta bir şok hali yaşamaktadır..
Çete savaşlarının kaçınılmaz sonucudur, bu.. Asker, ister istemez grup halinde hareket eder.. Ve nerelerden gideceği veya gidemeyeceği genellikle tahmin edilebilir. Çete veya terörist ise, 'av'ını pusuya düşürmek için, genellikle tek kişi halindedir ve gizlenmesi de kolaydır.
Şimdi sinirler elbette ki gerilecektir.. Ancak, tam da bu noktada asla unutulmaması gereken husus, kan tepeye fırlayarak, kızgınlıkla karar almamak, soğukkanlılığı yitirmemek ve hele de, tepki verirken, adâletsizliğe, zulme tevessül etmemektir..
Çünkü, bu gibi facialar yüreğimizi her ne kadar dağlasa da, bunlar giderilebilir ve bir toplum, sırf bu gibi facialarla dize getirilemez. Ama, bir düşmanlığa tepki verirken, adâletsizlik yapılır ve hele de mâsum, sivil kitleler zarar görürse, işte o adâletsizlik toplumu mahveder.. Onun içindir ki, bu gibi hassas zamanlarda, ifrat ve tefrite düşmeden, itidal yolundan uzaklaşmadan, nelerin, nasıl yapılabileceğini soğukkanlılıkla belirlemek daha bir önemlidir.. Evet, bir toplumu, ona yapılan zulümler öldürmez; ama, kendisini bir adâletsizliğe kaptırırsa, işte o mahveder..
Şunu da unutmayalım ki, Şırnak şehri, sınıra en yakın noktasında 50-60 km. kadardır.. Bölgenin coğrafî yapısını bilmeyenler, saldırganların, teröristlerin ellerini kollarını sallaya sallaya sınır ötesine kaçtıklarını sanıyorlar.. Halbuki, bölge sarp, dik dağ yamaçlarından ve binlerce mağaradan oluşuyor.. Yani, 'terör odakları' dışardan çok, içerdendir ve dışardan geliyorsa, sınırların korunması gibi ciddî bir problem sözkonusu demektir. Bu bakımdan, 'hemen sınır ötesine geçilmeli..' diyenlerin asıl düşünmeleri gereken husus budur. Nitekim, uluslararası siyaset uzmanı Prof. Hasan Koni, dün Kanal 7'de, 'Bölgede 220 bin kişilik bir ordun olduğu halde, bu saldırıların nasıl yapılabildiğini izah etmek kolay değildir..' diyordu..
Kaldı ki, sınır ötesine geçildiğinde, Irak'ın işgalcisi olan USA emperyalizmiyle karşılaşılacağı ve onun izni olmadan orada bulunmanın ortaya çıkaracağı 'ihtilat'lar da düşünülmelidir..
Hele de, uydudan çekilen fotoğraflarla, saldırıların Irak'tan değil de, ülke içinden şekillendiği ortaya konulursa..
Ayrıca, mes'ele sadece birkaç yüz veya binlerce teröristi cezalandırmakla bitecek midir? Çünkü, Irak, tam parçalanmanın eşiğindedir..
Amerikan Senatosu, daha geçen hafta, Irak'ın üçe bölünmesini öngören bir planı kabul etti.. Bugünkü Türkiye'nin sınırlarını (Hatay eklenmesi hariç,) belirleyen Lozan Andlaşması'nın Amerikan Kongresi'nce 84 yıldır, hâlâ da onanmamış olduğu da unutulmamalıdır.. Yani, bu sınırlarla istediği gibi oynamak gibi birtakım yeni durumlar ortaya çıkarsa, emperyalizmin eli açık tutulmuştur.. Ve, Irak'dan ayrı olarak, Türkiye, İran ve Suriye de bir bölünme tehdidinin sancılarını yaşıyorlar. Herhalde, Irak'da öngörülen bölünme gerçekleşirse, Irak'ın bütün komşuları, -İran, Türkiye, Suriye, Ürdün, Suudî ve hattâ Kuveyt bile,- bu coğrafyadaki kendi durumlarını güçlendirmeye çalışırken, birbirine karşı düşman haline bile gelebilirler..
Bu konular, emperyalist/şeytanî güçler için bir kaygu oluşturmaz.. Çünkü, onlar zâten bölgede asırlarca kardeşçe yaşamış olan çeşitli kavim ve mezheblerden Müslüman halkları birbirine düşürüp, sonra da onların 'dinlerinden kaynaklanan bir özellikle geri, ilkel toplumlar olduklarını' propaganda etmek için pusuda bekliyorlar.. Ayrıca, Irak içinde, bugün Amerikan emperyalizmi, Şiîler, Sünnîler ve Kürdler diye üç ana sosyal kesimi birbirlerine düşman etmek için elinden gelen şeytanlığı yapmaktadır.. Ki bunlardan kürdler de sünnî olmalarına rağmen bu kategorik yapılanmada, 'etnisite' olarak öne çıkarılmaktalar.. Geride kalan şiî ve sunnîler genelde arab kavminden olup, az bir mikdarda türkmen veya fars kavminden topluluklar vardır.. Ve bu kitlelerin her birisi kendi varlıklarını korumak için bıçak sırtında beklemektedirler..
Amerikan emperyalizmi ise, Bağdad'da, şehrin içinde, 'şiî ve sünnî mahalleleri'nin arasına bir duvar çekerek, onları birbirini öldürmekten ancak bu duvarla koruyabildiği yalanını yaymaktadır. Halbuki, bu düşmanlıkları, bu tuzakları tezgahlayan bizzat kendisidir..
Unutmayalım ki, son 4,5 yıllık işgal sırasında Irak'daki sivil insan kayıplarının 1 milyonu geçtiği belirtiliyor.. Evet, yüzbinlerle değil, milyonlarla ifade edilen sivil insan kayıpları..
Konuya sadece 'Türkiye köşeye sıkıştırılmak isteniyor..' söylemiyle bakılırsa, asıl bu bakış açısı da Türkiye'yi köşeye sıkıştırmanın ta kendisi olabilir.. Mesele sadece Türkiye'ye yönelik bir tehdid değildir ve korunacak ve korunması düşünülecek olan da, bölgede asırlardır birbirleriyle aynı inanç potasında kardeşçe yaşayan halkların her birisidir..
Yoksa, savaş bir çılgınlıktır ve o çılgınlığın kapısı bir kez açılırsa, gerisinden nelerin sökün edeceğini kimse kestiremez..
Amerikan emperyalizmi, Ortadoğu'da genel çizgileriyle 1920'lerde İngiliz emperyalizmince kurulmuş olan statünün kendi menfaatleri için yetmediğini, bölgeye yeni bir elbise dikmek istediğini gizlemiyor.. Bu savaşın silah tâcirleri için, çok kârlı olduğu da unutulmamalıdır. Hamâset ve tek taraflı tatmin nutukları atmanın zamanı değil, bütün bölgenin hayrının, salâhının ve maslahatının daha fazla düşünülmesi zamanıdır.. Yoksa, günde 10-15 kurban değil, bir günde, 3-4 bin ve hattâ bazen 10 bin cenazenin bile döndüğü, 8 yıllık İran/Irak Savaşı faciaları tekrarlanabilir.. Çılgınlık kapısı, bir kez açılınca, artık, rakamların çetelesi tutulmaz.. Kıvılcım her tarafı tutuşturan bir yangına dönüştüğünde, iş işten geçmiş olur..
Denilir ki, Hz. Mûsâ, firavun güçlerinin önünden geri çekilirken, Kızıldeniz'e dayandı.. Hz. Mûsâ, ümmetine, 'Şimdi Bismillah..' deyip, suya adım atacağız ve deniz yarılıp geçeceğiz..' deyince; ümmeti biraz da tedirginlik içinde, 'O yoldan Firavun güçleri de gelmeyecek mi?' dediler.. Hz. Mûsâ, 'O zaman deniz kapanacak, onlar gark ve helak olacaklar' cevabını verdi.. Ama, ümmeti içinde hâlâ tedirginlikler vardı.. Dediler ki:
-Yâ Mûsâ, öyleyse, buyur önce sen!..
Ve o önde gitti.. O mucize öyle gerçekleşti..
Bunu konumuza da tatbik edebiliriz.. Başkalarını ateşin içine sürmek isteyenler, önce kendileri ateşin içine girmelidirler..
Kaynak: Vakit