Son iki günü, 7. İtalya-Türkiye Diyalog Forumu vesilesiyle Roma'da geçirdim. Hakkında çok yazılıp çizilmeyen toplantılar vardır, bu da onlardan biri.
Doğrusu buraya gelmeden önce ben de hakkında hiçbir şey duymamıştım. Türk tarafından katılımcılar Dışişleri Bakanlığı'nın Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) ve ilk kez, benim de çalıştığım Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi. Forumun ardındaki düşünce, her iki ülke açısından önem taşıyan meseleleri tartışmak ve böylece on yıllardır bahar havasının hüküm sürdüğü Türkiye-İtalya ilişkilerindeki müspet rotayı korumak. İtalya'nın, Türkiye'nin AB üyeliğini her daim desteklemiş AB üyelerinden biri olduğu ortada. Gerçekten de Türkiye'nin AB üyeliği, İtalyan siyasetinde tartışılan bir mevzu değil. Türkiye'nin birliğe katılmasının hayırlı olacağı konusunda bütün büyük partiler hemfikir. İtalyan siyasetçilerinin büyük kısmı, iki ülke arasındaki güçlü ticari ilişkilerin farkında ve hem merkez sol hem merkez sağ Washington'ın Türkiye'nin AB'ye alınması lehindeki çağrılarına kulak veriyor. Buna bir tür içgüdüsel Akdenizli dayanışmasını ve İtalya'da AB'nin kuzeye ve doğuya doğru genişlemesinin bir şekilde birliğin güneyde güçlendirilmesiyle 'telafi edilmesi' yönünde var olan hissiyatı eklediğinizde, iyi ilişkiler için şahane bir bileşim ortaya çıkıyor. Türk diplomatların, kuşkucuları ikna etmek için buraya gelmesi gerekmiyor. Türk akademisyenler ve düşünce kuruluşlarının mensupları, dostça ilişkileri rayında tutmak için İtalyan muadilleriyle yılda bir kez bir araya geliyor. Sözgelimi iki ülke arasında yenilenebilir enerji ve bilişim teknolojisi alanlarında daha sıkı ve etkili işbirliğinin avantajlarını tartışıyorlar. Forumun ilk günlerindeki tartışma konusu da buydu zaten. İtalya ve Türkiye'nin enerjinin elde edilmesi ve kullanımını daha sürdürülebilir hale getirme çabalarını birleştirmesinin yararlarını sıralayan bir rapor sunuldu. İlginç olan, raporu hazırlayanların, Avrupa Komisyonu'nun dün sunduğu yıllık ilerleme raporunda zikredilen bazı sorunlarla çakışan bir dizi eksiklikten dem vurması. Buna göre Türkiye, fikri mülkiyet haklarına yönelik daha sağlam yasalar çıkarmalı ve yanı sıra kamu alımları politikasını iyileştirmeli; yani hükümetin yolları, köprüleri ve diğer büyük projeleri yapacak şirketlere ihalelerin nasıl verildiğini daha iyi izah etmesi gerekiyor. Tartışma, benim gibi bu konuya pek aşina olmayanlar için faydalıydı ve iki ülkeden uzmanların entelektüel ve ticari açıdan ortak zemin bulma gayretine tanık olmak epey ilginç bir tecrübeydi.
Ancak katılımcılar arasındaki asıl heyecan akşam yemeğinde yaşandı; zira iki meşhur aşçı, hazırladıkları tabaklarda İtalyan ve Türk mutfaklarının benzerliklerini yansıtmaya çalışmıştı. İstanbul'dan gelen aşçı, Vatan gazetesinde yazan ve Açık Radyo için çalışan Engin Akın'dı; bize şahane yemekler sundu.
Bu yazıyı yazdığım sırada Türkiye ve İtalya arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkilere dair tartışılması gereken daha çok şey var ve iki ülkenin dışişleri bakanları henüz kapanış konuşmalarını yapmış değil. Muhtemelen iki ülke ve iki başbakan arasındaki iyi ilişkileri bir kez daha teyit edecekler. Erdoğan'ın oğlunun 2003'teki nikâhında şahitlerden birinin Silvio Berlusconi olduğunu hatırlarsınız. Berlusconi, kadınlar veya uyuşturucularla ilgili yeni bir skandalla ne zaman tekrar gündeme gelse, iki lider arasındaki bu alışılmadık yakınlık üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum. Erdoğan'ın, Avrupa'daki en iyi dostlarından birinin bu şekilde tanınmasından çok da mutlu olduğunu sanmıyorum. Aralarındaki bariz farklılıklara rağmen, iki lider de medyanın gücünün fazlasıyla farkında ve geleneksel aile değerlerinin önemini vurgulamayı seviyor. Yoksul ailelerden gelip paraya ve güce ulaşmış olmalarıyla, sıradan Türklerin ve İtalyanların hayranlığını kazanmış durumdalar. Bu, siyasetteki başarılarını açıklıyor. Berlusconi'nin gayri ahlaki davranışından bu kez de paçayı kurtarıp kurtaramayacağını ise zaman gösterecek.
Fakat kurtaramasa bile Türkiye ile İtalya arasındaki ilişkiler bundan çok fazla etkilenmeyecektir. O kadar da kolay değiştirilemeyecek ortak tatlara yaslanıyorlar çünkü.
Kaynak: Zaman