Her yıl 28 Ekim ve 29 Ekim günlerinde Yunanistan ve Türkiye'de iki millî bayram kutlanır. Tabii ayrı ayrı. Yunanistan 28 Ekim 1940 tarihinde İtalyan ordularının saldırısına uğramış, muharebelerin sonucunda Yunanistan hiç umulmayan bir askerî zafer kazanmıştı.
O yıllarda çok güçlü sayılan faşist güçler, halkın coşkulu desteğini kazanan Yunan ordusunun karşısında tutunamamış gerilemişti. Hoş, bir süre sonra Alman ordularının desteği ile İtalyanlar Yunanistan'a işgal gücü olarak girebilmişlerdi ama bu savaşta, birebir karşılaşmada, yenik sayılmışlardı. Bu zafer her yıl millî bir kıvançla kutlanır. Buna 'hayır' bayramı denir, çünkü yaygın inanca göre İtalyanlar Yunanistan'ın teslim olmasını istemişler, dönemin başbakanı Metaksas da 'hayır' diyerek millî kararlılığını göstermiş. Türkiye'de de, malum, bir gün sonra, yine askerî bir zaferin sonucunda ilan edilen Cumhuriyet'in bayramı benzer bir millî kıvançla kutlanır.
İki tarafın resmî temsilcileri bayramını kutlayan tarafı ziyaret ederler, kutlarlar. Bu bayram gününde Atina'daki Türkiye Büyükelçiliği ziyaretçilerle tıklım tıklım dolar. Bu yıl Yunan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanis de oradaydı. Her iki ülkede bu günlerde askerî geçitler tertiplenir. Askerlerin yanı sıra öğrenciler de resmi geçide asker usulü uygun adımla yürüyerek katılırlar. Ancak son yıllarda Yunan kamuoyunda öğrencilerin asker gibi geçitlere katılmasına itiraz sesleri yükseldi. Karşı çıkanlar, Türkiye ve Yunanistan dışında hiçbir Avrupa Birliği ülkesinde öğrencilerin bu tür militarist resmi geçitlere katılmadığını, bu tür gösterilerin aşırı sağcı, hatta faşist eğilimli Metaksas döneminin kalıntısı olduğu ve artık günümüzde bu tür eylemlerin sivil öğrencilere yakışmadığını, gençlere yanlış mesajlar verildiği ve gereksiz bir militarizmin aşılandığını iddia ediyorlar. Ben şahsen bu görüşlere katılıyorum, ancak başka ülkelerde böyle öğrenci geçitlerinin yapılmadığı konusunda yanılıyorsam başkalarının yalancısıyım.
Bugünde Yunan gazetelerin başlıkları ve yazıları da günün anlam ve önemine göredir. Ama ben farklı ve Uygun Adım başlıklı bir yazıyı seçip onu ele almak istedim. 30 Ekim tarihli Kathimerini gazetesinde Pandelis Bukalas askerî adımla uyum içinde geçen gençlerden rahatsız olduğunu yazmıştır: Bakanlar, milletvekilleri, kilisenin ileri gelenleri, valiler ve belediye başkanları, vatan millet diye hamasi nutuklar attıktan sonra, insan bedenini bir makineye dönüştüren ve uygunluk sergileyen gençlerin resmi geçidini nasıl övdüklerini anlattı. Ve bu görüşü yerdi. Uygun adımla vatan sevgisi arasında ne ilişki olabilir? Uygun adım yürümeyen daha mı az sever ülkesini, yurttaşını? Okullarda yazdırılan kompozisyonların da büyüklerin beklentilerine göre uyumlu olması istendiğini hatırlattı. Tek örnek düşüncenin zararını yazdı. Oysa, diye bitirdi yazısını, 1940'larda kazanılan başarı, disiplinli baş eğmenin değil, isyancı düzensizliğin sonucuydu.
Hoş bir sürpriz, bir gün sonra Zaman'da İhsan Dağı aynı görüşü dile getiriyordu: 'Tankı, tüfeği ve savaş uçağı ile çocuklarımızı bir araya getirdiğimiz törenler sadece militarizmi içselleştirmiş, kanıksamış nesiller yetiştirmeye yarıyor. Millî bayram kutlamaları adı altında adeta halka askerî eğitim veriliyor. Uygun adımlarla yürüyen, marşlar söyleyen bu çocuklar 'sivil' öğrenciler mi, yoksa birilerinin paramiliter birlikleri mi, belli değil... İtaat ve teslimiyet kültürünün beyinlere kazındığı, ufacık çocukların, gencecik öğrencilerin 'kendilerinden' geçtiği kolektivist ayinler... Bu mudur cumhuriyetin 'çağdaş' çocukları? Nerede cumhuriyetin özgür, özgün ve demokrat yurttaşları?
İlk akla gelen, aynı görüşü dile getiren iki yazının bir gün ara ile yayınlanmasını rastlantı saymaktır. Sonra ulusal sınırların artık eski anlamlarını sürdürmedikleri, dünyamızın değiştiği, gittikçe de daha hızlı bir biçimde değişeceği geliyor akla. Eskiden köydü geniş çevremiz, sonra kentler büyük merkezler sayıldı. Ulus devletler bir süre için her şeydi. O sınırlar içinde kendi yağımızla kavrulur, dünyadaki gelişmelerden bütünüyle habersizdik, ilgisizdik. Günümüzde küreselleşme diye -kimilerinin karşı çıktığı- bir olay yaşanıyor. Dünyanın neresinde bir olay olsa anında ve birçok kanaldan evimize ulaşabiliyor. Mesafe diye bir şey kalmamış. Bush'un demecini internette -yasak konulmamışsa- anında okuyoruz, atılan golü televizyonda ağlara değdiği an görüyoruz.
Ama asıl yeni olan sınıflamalarımızdır. Küreselleşme olayı ile küçük yerleşim üniteleri yok oldukça, farklı anlayıştaki insanları da köyüne, kentine, ulus devletine göre algılamıyor, yerküresinin neresinde olursa olsun, görüşüne, inancına, vizyonuna göre ele alıp referansta bulunuyor. Bunu yapmak iletişim çağımızda olanaklıdır. Hatta bu kaçınılmaz oluyor. Küremizin bir noktasında dile getirilen bir görüş -iletişime yasaklar koymaya çalışanlara inat- anında küremizin içinde korkunç bir hızla fır dönmeye başlıyor. İki ayrı ülkede bir gün ara ile aynı havadaki yazılar rastlantı değil, demek istiyorum. Dünyamızda geçerlilik kazanan bir görüşün işaretidir. Kim bilir kaç ülkede militarist öğrenci geçitlerine karşı olan kaç insan vardır şu an! İnsanları da artık sınıflandırırken, dünyada tartışılan bir konuda hangi yanda olduklarına bakarak yapmaya başlıyoruz.
Ben her iki yazarla da özdeşleştim, örneğin. Üçümüzün karşısında olanlar da öte taraftadırlar ve tabii yerküresinin bir yerlerinde onlar da. Yani taraflar köye, kente, ülkeye göre taraf olmuyor birçok konuda. Görüşe göre sınıflandırılıyorlar. Ulusal değil taraflar, militarizme küresel bir çerçevede karşı çıkılıyor. Böyle durumlarda tartışmayı da ulusal çerçeve içinde tutmaya çalışmak 'çağdaş' bir yaklaşım değildir. 'Bizim özel şartlarımız' söylemi onun için artık ne inandırıcı, ne doyurucu, ne de yapıcı oluyor. Yalnız militarizm değil, insan hakları, demokrasi, devlet-yurttaş ilişkileri de artık, ister istemez, küresellik anlayışı ile çıkıyor karşımıza. Ama yerellik de küreseldir. Yani eskiye bağlı yaklaşım da her ülkede karşımıza çıkabilir.
Çevremize bu açıdan bakarsanız, hangi ülkede yaşadığınız da eski anlamını taşımıyor, eskiden olduğu derecede önemli değil artık. Nasıl eskiden yüksek duvarlı geniş bahçeli bir konakta yaşayanlar ülkelerindeki sorunlardan habersiz ve etkilenmeden yaşayamadılarsa, bugün biz de göreceli olarak uzaklarda olanlardan haber almadan, etkilenmeden ve her insani durumla hissi bir ilişki kurmadan edemiyoruz. Küreselleşme aynı zamanda mekanın ve çevremizin anlam değiştirmesi olayıdır. Bence çok olumlu bir değişiklik. Köyden çıkıp denizi, başka yerleri görmek gibi güzel bir şey.
Kaynak: Zaman