Pakistan'da yeni dönem daha kolay

 Darbeyle iktidarı ele geçiren bir generalin ülke çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne koyması düşünülemezdi bile. Yine de Müşerref'in açıksözlü bir lider olduğu söylenebilir. Pakistan'ın yeni devlet başkanının işi, meşruiyete sahip olacağı ve terörle savaş hız kestiği için çok daha kolay

Devlet başkanlığı süresince yaptığı hiçbir şeyin Pervez Müşerref'e koltuğundan ayrılması kadar yakışmadığı söylenebilir, özellikle de kendisinden önceki liderler göz önüne alındığında.
Azledilmek yerine istifaya karar vermesi pek de asil bir hareket sayılmaz. Ancak Müşerref'in veda konuşması yaparkenki yüceliği muhtemelen göreceğinden daha fazla saygı ve önemi hak ediyor.
Pek çok Batı ülkesinde, liberal entelektüel çevrelerin buna dair içgüdüsel tepkisi 'hayırlı kurtuluş' tabiriyle özetlenebilir. Onlara göre kasımda seçimleri yeniden kazanan Pakistan devlet başkanı asla kendisini sunmaya çalıştığı gibi bir sivil politikacı olamazdı. Dokuz yıl önce iktidarı askeri darbeyle ele geçirmiş ihtiraslı bir general ve genelkurmay başkanı olarak kalmaya mahkûmdu.

ABD'yle ittifak desteğini düşürdü
Böylesi bir karakterin ülkesinin çıkarlarını kendininkilerin önüne koyacağı düşünülemezdi bile. Üniformasını çıkarıp, takım elbise giymesi gönül almaya yönelik hesaplı bir jestten öte değildi. Dolayısıyla seçilmiş parlamentonun desteklediği azli de layığını bulmasından ibaretti.
Müşerref'in halk nezdinde başlıca kusuruysa başka türlüydü. Üniforma giysin ya da giymesin, kaotik siyasi ve ekonomik durumun hakkından gelme sorumluluğunu alan biri çoğu seçmen için iyi birşeydi. Ancak Müşerref yurtiçinde bunu sağlamakta başarısız olup, yurtdışında da boyuneğmişlik havası sergilediğine yönelik şikâyetlere yol açtı.
11 Eylül saldırılarının ardından ABD'yle kurduğu ittifak pekçoklarının gözünde bir tür yanaşma konumunu benimsemeye indirgendi. Aşiret bölgelerinde ABD'nin Taliban ve Kaide güçlerine karşı yaptığı her operasyon Pakistan'ın taviz verilen egemenliğinin yeni bir göstergesiydi. Halkın affedemeyeceği de devlet başkanının ihtirası değil, Pakistan'ın aşağılanması olarak gördükleri durumdu.
Müşerref'e dair bu iki karşıt algılama, bir kez azil tehdidi belirdiğinde onun konumunun nasıl savunulamaz hale geldiğini açıklamaya yardımcı oluyor. Basitçe ne yurtiçinde ne de yurtdışında destekçisi vardı. İktidardaki her yılı birbirlerine karşı hesaba katılması ve bir şekilde uzlaştırılması gereken karşıt zorunluluklar dizisini gündeme getirdi. Sivil ve askeri iktidarların düşüncelerini, seçimler ve kamu düzenini koruma yönündeki çelişen talepleri, 11 Eylül sonrası ABD'nin çatışma yaratan baskısını ve ülkedeki İslamcı militanları düşünmek Müşerref'in üstüne kaldı. Bugüne kadar iktidarda kalıp, Pakistan'ı az-çok istikrarlı tutabilmek bile kendi başına bir başarıdır.
Burada, nihayet yenilgiyi kabul eden Müşerref için içten içe sempati sezebilirsiniz ve haklı da olursunuz. Erişim konusunda biz gazeteciler nadiren şükran bildirdiğimiz bir ayrıcalıktan faydalanırız. Devlet başkanları da dahil olmak üzere siyasi liderlerle bizleri pek tercih etmeyecekleri zamanlarda, kötü haberler kendilerine çevrilmişken ya da baskı altında
olduklarında buluşup, sorular yöneltmemiz gerekiyor. Sınırlı da olsa liderlerin karakterini sezdiğimizi tasavvur ederiz.

Müşerref bir askerdi ve bunu gizlemek için çaba göstermedi. Yüksek Mahkeme'yle sürtüşmesi otoriter yanını sergiledi ve demokrasiyi yeniden tesis etmek için yeterince sıkı çalışmadı. Ancak ben hâlâ onu üstesinden gelmek zorunda olduklarını açıklama gayretinde samimi buluyorum. Belki bizi aldatmıştır ama ben onu açık sözlü görüyorum. 11 Eylül sonrasındaki ulusa seslenip, vatandaşlarına artık

neden ABD'yle 'teröre karşı savaşta' müttefik olduklarını açıklayışı ustacaydı. Ancak iç ve dış güvenliğin bariz çatışan talepleriyle güreşirken onu izlemek ıstırap vericiydi. Sanki kendi yenilgisinin tohumlarını ektiğini biliyor gibiydi. Sadece siyasi değil, fiziki varlığını da riske atıyordu.
Bu, ABD Başkanı George W. Bush'un 'gönüllü koalisyon'undaki başka hiçbir üyenin üstlenmek zorunda kalmadığı bir riskti. Buna karşılık içlerinde en uzun süre iktidarda kalan da Müşerref oldu. 'Terörle savaş', özellikle de Irak savaşı, İspanya'da Jose-Maria Aznar'dan, Avustralya'da John Howard ve Polonya'da başbakan Jaroslaw Kaczynski'ye kadar, kendi yıldızını Bush'unkiyle bağlantılandıran tüm liderlerin iktidardan düşmesine katkı sağladı.

Müşerref'in koltuğundan ayrılışı ve Gürcistan birliklerinin kendi savaşlarını yürütmek üzere Irak'tan çekilişiyle, söz konusu koalisyon hiçbir şekilde elle tutulur bir ittifak değil. Elimizde seçimi kim kazanırsa kazansın dış politikada keskin dönüşler yapması muhtemel bir ABD ve Pakistan'ın yakın çevresindeki ülkelerde 11 Eylül öncesi rekabet ve istikrarsızlık modeline dönüş var.

Ülkenin dört yanında sorun var

Pakistan'ın sınırlarına hızla gözatmak birbiriyle bağlantısız bir kargaşa kuşağını gözler önüne seriyor; batıda hortlayan İran'dan, kuzeydoğuda düzensizleşen Afganistan ve doğuda Çin'in batı eyaleti Xinjiang'a kadar bir dizi kargaşa var. Hepsi Bush ve onun 'teröre karşı savaş'ının harekete geçmesine yardımcı olduğu çatışma sahaları ve bunlardan dolayı en başta zarar görecek olan da Pakistan.

Pakistan'ın yeni devlet başkanı kim olursa olsun, Müşerref gibi pekçok zorlu seçim yapmak zorunda olacak; en azından iç ve dış güvenlik gereklerini dengelerken. Fakat iki nedenden dolayı işi daha kolay olmalı. ABD'nin Pakistan'ı çok gerekli bir müttefik kılan 11 Eylül sonrası 'teröre karşı savaş' meşgalesi hız kesmekte. Yani dış baskılardan biri azalacak. Ayrıca yeni devlet başkanı, Müşerref'in tüm sivil arzularına rağmen elde edemediği meşruiyete de sahip olacak.

 

Kaynak: Radikal