Dünya Bülteni/ Haber Merkezi
Sovyetler Birliği'nin dağılması ile kurulan yeni cumhuriyetlerin ne ölçüde bağımsız oldukları, küresel aktörlerin bu ülkeler üzerinde ne derecede nüfuza sahip oldukları tekraren hatırlanması gereken bir gerçek.
Özellikle Rusya Federasyonu ile ilişkilerin korku, aşk, nefret ve çaresizlik hissi arasında bir yerlerde olduğunu ve bugüne kadar ne Rusya`nın eski nüfuz arayışından vazgeçtiğini, ne de Çin ve ABD`nin bölgedeki bu nüfuz savaşını terketmeye niyeti olmadığını tespit etmek gerekir.
Özbekistan, Orta Asya`nın kalbi ve incisidir. Dili ve kültürü ile Türk halkıyla tarihi bağları ve Anadolu irfanını asırlarca besleyen kaynak bir coğrafyanın merkezindeki bir ülke iken bugün içine sokulduğu cendereden çıkmayı başaramamaktadır. Genç nüfus potansiyeli ile yer altı ve yerüstü zenginlikleri ile her yönden gelişmeye açık olabilecekken, baskıcı totaliter bir rejimin elinde sadece güvenlik ve tehdit paranoyası ile halkına nefes aldırmamaktadır.
Kerimov sultası, bağımsızlıktan kısa bir sonra önce komşularıyla, daha sonra Türkiye ile tuhaf bahanelerle arasına mesafe koymayı başarmıştı. 2005 Andican olaylarından sonra Batı ülkeleriyle mesafeyi daha da açarken, Çin ve Rusya ile ilişkilerini yakınlaştırmaya çalışmaktadır.
Şanghay İşbirliği Örgütünün üyesi olması dolayısıyla bu ülkelerle yakın müttefik konumdadır. Aslında mesele, hangi ülkeye yakın olduğundan çok, içerideki insan hakları ihlallerinin had safhaya varmış olmasıdır. Bir önceki yazıda dile getirilen demokratik hakların nasıl baskılandığı konusuna "insan hak ve özgürlükleri" konusunda ülkenin çizdiği dehşetli tabloyu ortaya koyarak devam etmek istiyorum.
Herşeyden önce, Özbekistan`da anayasal açıdan "kağıt üzerinde" bütün hakların sözde var olduğu, ama pratiğe gelindiğinde insan hak ve hürriyetlerinin hemen her alanında en ağır hak ihlallerinin olduğu bir ülkedir. Somut örneklerle bunu açıklamanın daha faydalı olacağına inanıyorum.
STK kurmak veya üye olmak, kadın, çocuk ve azınlık hakları, ifade ve din özgürlüğü gibi sahalar hak ihlallerinin en belirgin olduğu alanlardır. Bu ülkede hiç herhangi bir haklı sebeple kimsenin protesto gösterisi veya grev yapamadığı, örgütlenme ve toplantı hakları gibi kollektif özgürlük ve haklardan hiçbirisini kullanamadığı bilinmektedir. Sivil toplum alanında Devlete bağlı veya tamamen kontrolündeki bir kaç vakıf ve dernek dışında hiç kimseye özgürlük tanınmadığı ve bu haliyle Özbekistan`da Sovyet öncesi ve sonrası arasında ciddi bir fark olmadığı anlaşılmaktadır.
Gözaltında ölüm ve kayıplar gibi birçok insan hakkı ihlali de bu ülkede sıradan hale gelmistir. Yargılama süreçleri belirsiz, mahkemeler son derece ciddiyetsiz, savunma hakları formalite ve mahkeme kararları siyasi baskı ve talimatlar altında verilmektedir. Hapishanelerde mahkumiyet süresini tamamlayanların keyfi olarak tekrar tekrar mahkumiyetlerinin uzatılması ve "ağır işkence"ler yapıldığı öteden beri bilinmektedir.
1990`ların başında başlayan bağımsızlık sürecinin hemen ardından ortaya çıkan her türlü milli ve dini akımın en acımasız şekilde bastırıldığı, iddialara göre bağımsızlığın hemen ardından potansiyel suçlu görülen yaklaşık 150 bin insanın hapishanelere doldurulduğu gizlenemeyecek bir gerçektir. Bu insanların eşlerinin ve çocuklarının da tehdit ve takip altında tutulması, tahminimce durumun vehametini göstermeye fazlasıyla yetecektir.
Suç ve cezada şahsilik ilkesi gibi Ceza Hukukunun birinci ilkesinin bile ayaklar altına alınarak insanların masum ailelerine zarar verildiği, hatta mahkum edildiği ve sonuç olarak ülkenin kelimenin tam anlamiyla açık hava hapishanesine çevrildiği, bölgede yaşayanlarca ve bölge uzmanlarınca gayet iyi bilinmektedir.
Bununla kalmayıp, dünyadaki en ağır hapishane şartlarına sahip ülkeler arasında olan Özbekistan`da cezaevi şartlarında bir kaç yılını geçiren bir çok mahkumun ağır rahatsızlıklar geçirdiği, iç organlarında ağır tahribatın olduğu, asgari besin, yıkanma, temizlik, tuvalet ve ısınma gibi en temel ihtiyaçların sağlanmadığı, gözaltı ve tutukluluk sürelerinin gözetilmediği, hak arama imkanlarının sağlanmadığı, karakol veya mahkemelerde haklarını veya yakınlarını arayanların ayrıca suçlu sayıldığı bilinmektedir.
Bütün bunların ötesinde, barışçıl toplantılara bile izin verilmemesi, 13 Mayıs 2005 Andican olaylarındaki gibi barışçıl gösteri düzenleyenlerin üzerine yaylım ateşi atılarak resmi rakamlara göre 187, olayın şahitlerine göre bin 500 kadar insanın katliama uğratılması ve konu hakkında hiç bir soruşturma yapılmaması, ısrarlı taleplerin "konunun kapandığı" cevabıyla reddedilmesi bunun en iç karartıcı somut örneğidir.
Uluslararası Af Örgütü tarafından her yıl yayınlanan raporda mutlaka Özbekistan'da insan hakları ihlallerine de bir atıf vardır. 2014 raporunda, Özbekistan`ın adı, "vahşi işkence uygulamaları" uygulayan üç ülkeden birisi olarak Kuzey Kore ve Esed Suriyesinin yanında zikredilmiştir.
Bu ülkede, resmi angarya gibi, dünyada 60-70 yıl önce terkedilen insan haklarına dair tuhaf uygulamalar da vardır. Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü 2016 Raporunda, öğretmenler, doktorlar, hemşireler, memurlar, özel sektör çalışanları, çalışmak veya maaş veya emekli maaşlarından kesilmektedir. Bu raporlara göre, 2 milyonunun üzerinde yetişkinin pamuk tarlalarına zorla çalışmaya gönderilmektedir. Son zamanlarda Özbeklerin "Pahta" dedikleri bu tarlalarda zorla çalıştırılmalarıyla 60 yaş üstündeki emeklilerin eklenmesiyle de bu vahim tablo genişletilmiştir.
Anlaşılan o ki, zavallı Özbek vatandaşları, Sovyet zamanında bu tarlaların sistemli köleleri durumundayken, sözde bağımsızlık sonrasında yine ve yeniden kendi içlerinden birisi olan Kerimov yönetimi eliyle köleliğe mahkum edilmektedir. Dünya Ortaçağın feodal dönemlerinin kölelik düzenini çağrıştıran bu uygulamalara seyirci kalmaktadır.
Fakat uluslararası raporlardaki bu belirlemelerin çok zayıf kaldığı ve yapılan hukukdışı uygulamaları denetleyecek ciddi bir uluslararası mekanizmanın olmadığı ve her nedense konunun bir türlü uluslararası kamuoyuna ciddi şekilde girmesi mümkün olmamaktadır. (devam edecek)