İnsan küçülüyor. Modern çağ insanın şüphesini artırıyor, dün ayağını bastığı ne kadar alan varsa hepsini flu hale getiriyor. Yaşadığı ana korku dolu güvensizlik boca ediyor ve geleceğe ait umutları flulaştırmada iletişimin maharetini seferber ederek, bir başına bıraktığı insanın tutunacağı ne varsa boşluğa atıyor.
Modern çağ, insanı küçültmek için elinden gelen ne varsa kullanıyor, ancak bir türlü insanın inanma ihtiyacını yok edemiyor, ona karşı gelecek, mevcut boşluğu dolduracak bir değer üretemiyor. Söylemden söyleme geçse de tıbbın imkanlarını seferber etse de insanın ihtiyacını bir türlü karşılayamıyor.
Bu ahvalde ölüm, sürekli diri sorularını yönelterek kumdan kaleleri, her seferinde yerle bir ediyor. Ölüm hayata anlam arama imkanı sunuyor. Canlıları bütünleyen marifetiyle aklını kullanmaya yeltenen insanın yanıbaşında beliriyor. Hiçbir insanı küçümsemeyen tutumuyla, öteleri çağrıştıran tavrıyla, aynı anda bütün insanlığı bir paydada toplayan maharetiyle, bir münadiden daha çığırtkan bir tarza sahip.
İnsanı çağıran, sarsan, acelesiz her ölüyle sözünü tekrarlayan ölümün maksadı, çok daha zengin olsa gerek.
İnsanlığın yeryüzündeki macerası hiç bukadar kanlı olmamıştı. Kitlesel ölümler, kıta savaşları ve silah stokları insanı tehdit ederken, öldürenin pişmanlık duymadığı, güçlü olmanın herşey için yeterli görüldüğü, tarihte benzeri görülmemiş karanlık dönem kendini zafiyetle tahkim ediyor.
İnsan hiç bukadar aşağılanmamıştı, hiçbir dönemde güç bu denli adaletin uzağında kalmamıştı. Uluslararası hukuk, yapısı ve anlayışı ile güç üzerinden meşruiyetini tanımlıyor. Beş ülkenin elinde veto hakını bulundurması somut bir gösterge. Ve dünya hergün bu gayri adil yapıyla sabaha çıkıyor, geceye giriyor, itiraz sesi duyulmuyor.
İnsanın sesinin kısılması, sözlerinin azalması artan silahların marifetiyle alakalı. Ne var ki ölüm her defasında zalimi gösterme, işaretleme ve mahkum etmede net davranışlara sahiptir. Bir bakıma insanın nesneleştirilmesine karşı çıkmak, zulmü göstermek ve uyanışları tetikleme işlevi üstlenmek zorunda olan ölümün dirayetli haykırışıdır ortaya çıkan.
İnsanın en düşük aşamasına küresel ölçekte ulaşılmış oldu. İnsanlık tercihiyle düştüğü kuyudan nasıl çıkacak ve şerefli varlık olduğunu nasıl hissedecek?
Ezeli ve ebedi bir yürüyüşün aşkın boyutunu anlayabilmesi için ölüm elinden geleni yapıyor. Ancak Müslümanlar kurtuluş çağrısının üzerine yatarak, müjdeli haberi duymamışların tavırları içinde kalarak birbirlerini boğazlamaya devam ediyorlar. Ölümün çağrısını tamamlama, sunulan imkanı hayra çevirme eyleminden uzak duruyorlar.
İnsana; sözle, daha çok eylemle, “Sen kıymetlisin”diyen bir sesin hayat bulması elzemdir. Öyle bir ses ki uyuyanları uyandırırken oyuncakların ışıltısına kapılmamalı.
Ölüm ve Müslüman bir söylemi seslendiren iki kardeş gibidirler.
Ezeli ebede bağlayan, insanı, ona üflenmiş o yüce ruhunun anlam sofrasına çağıran bir sayhaya her zamankinden daha büyük ihtiyaç var.
Ölenlerin yaşayanlardan daha şanslı görüldüğü bir evrede, tek kişiyi dışlamadan, insanlığı özünden başlayarak dirilten o çağrıya yol açmak gerek.
Geç kalmadan, oyalanmadan, insanı küçülten çağın hücresini gökyüzüne açmalı.
Ölümle sıkı dost, iki sarsılmaz kardeş olunduğunu göstermek gerek.
“Alemlere rahmet” olarak gönderilen, o kutlu müjdecinin emanetini yedi kıta, dört yöne taşıyıp, rüyaları bölen sevinç düşürmeli kalplere.
Çarkları sıkışmalı kara düzenin, makineye kurban verilen insana, beyaz bulutlara bakma imkanı hazırlanmalı.
Kula kulluğun her türlüsü bitmeli, ölüm dahi sukut etmeli; secde ile gelen, gökleri aşan özgürlüğün ikliminde.