Ölümlerin heykeli dikilseydi, yürümek ne kadar zor olurdu...

Ölümlerin heykeli dikilseydi, yürümek ne kadar zor olurdu...

 

Bırakalım mı siyasetin pisliklerini, dalaverelerini, ayak oyunlarını bir süreliğine...
Bırakalım mı kayıkçı kavgalarını?..
Bırakalım mı hayatın inanılmaz temposunda, harç ve ömür tüketmeyi?..
Bir süreliğine...
Hadi biraz yolculuğa çıkalım...
Değişik enstanteneler ve fantazilerle...
Pokemonluğun suyunu çıkarıp, ilginç küçük bir seyahat denemesi yapalım...
Domestic bir seyahat olacak, ürkmeyin...
Öyle uzak ve bilinmeyen yerlere değil yolculuğumuz...
Bilinen, üzerine basarak geçtiğimiz, ama üzerinden çok zaman geçmemiş yakın yerlere...
İstanbul içi küçük bir tur...

Görünmeyen heykelciklere çarpmadan ilerleyebilmek mümkün olursa tabii...
Şişliden Osmanbeye doğru inerken, dikilseydi eğer görünmeyen bir heykeli...
Ancak kafanız çarptığında farkedecektiniz henüz kemikleşmemiş cesedi ile Hrant Dink'i...
Osmanbey'den Maçka'ya doğru uzanıp, şöyle bir park havası almaya niyetlenseniz,
Nişantaşında Abdi İpekçi'nin cesedinin olduğu yerdeki bir başka görünmeyen meçhule çarpabilir yüzünüz...

Hadi bakalım, çayınız bitti...
Fazla yorulmadan yeni yapılan teleferikle nişantaşından, harbiyeye geçip şöyle bir Taksim yapalım derseniz eğer...
Adım atmanız daha da güçleşecek 1 mayısta öldürülen 34 kişinin yan yana, ya da aralıklar la heykelleri yol bulmanızı zorlaştıracak İstiklâl'e...

İstiklal mi dediniz... Hani şu 6- 7 eylül tarihinde talan edilen, öldürülen bir sürü insanın görünmeyen heykellerinden sıyrılabilirseniz, daha belleklerden silinmemiş olan başka bir küçük ölüler merkezi olan İngiliz konsolosluğunun önünde durabilirsiniz bir soluklanmak için...

Tam Ağa camiinin önünde bir yerlerde, yılbaşı gecesi eğlenirken kafasına kurşun yiyen üniversiteli gencin öldüğü noktadan bir beyoğlu çikolotası alabilirsiniz...

Ya da şöyle Büyükparmakkapı'ya girip bir kitap alıp, bir de tavşan kanı demli çay içeyim şu iskemlede diyorsanız aman dikkat... Eski yapıdan düşen taş parçasının öldürdüğü, sizden önce dinlenmeye çalışan bir cesedin heykeli üzerindesiniz...
Şu Beyoğlu'ndan daral geldi, Tarlabaşı'na ineyim derseniz, ben ve muhtemelen sizler portakalda vitaminken, 1921 de öldürülen, sonradan müslüman olan bir ermeni polisimizin cenazesinin tarihi heykeline çarpabilirsiniz...

Vay bee o zamanlar ermeniler polis olabiliyormuş, şimdi onbaşı olmaları yasak...hayıflanmasıyla biraz daha aşağıya salınırsanız...

1976 larda oldukça gürültü çıkarıp, korku yayan Kasımpaşa canavarının öldürdüğü insanların görünmeyen heykellerine çarpmanız olası...

Yenişehirden Taksime doğru çıkarsanız, Freni patlayan çöp kamyonunun ezdiği vatandaşın cenazesinin heykeline ve Sezai'nin pencereden iterek öldürdüğü kızkardeşinin cesedinin heykeline denk geleceksiniz...

Biraz aşağıda Muammer bakkalın bir yaşındaki çocuğunun camdan, terliğinin peşinden atlayarak öldüğü noktaya gelirsiniz ki...Bir çamlıca gazozu alıp içebilirseniz, kendinizi ferahlatabileceğiniz güzel bir yerdir...

Semt dışına çıkalım derseniz, Çağlayan meydanında tam lisenin karşısında o zamanların yeni yapılan dev işhanını kiralayan DYP‘nin önünü bekleyen ve niçin öldürüldüğünü hâlâ kimsenin anlamlandıramadığı polis'in heykeline, ya da biraz daha aşağılara sarkarsanız Maslak'ta kendisini vuranların peşinden koşarken kan kaybından ölen nöbetçi erin heykelinin önüne gelebilirsiniz!..

HSBC bank binasının önündeki küçük ölü heykelciklerini atlatabilirseniz, boğazdan karşı yakaya geçmek içinde köprüde gene intihar etmiş insanların heykelciklerinden sıyrılmanız gerekmektedir.

Tam boğazın en mavi noktasında, insanın aklına Nazım'ın mavi gözleri gelir bazen...

O da konuşmuştur ölüleriyle şehrin...
ÖLÜME DAİR isimli şiirinde..

Buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç şişesini
ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
Osman oğlu Hâşim.
Ne tuhaf şey,
hani siz ölmüştünüz kardeşim.
İstanbul limanında
kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
kömür küfesiyle beraber
ambarın dibine...
Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
simsiyah başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
Ayakta durmayın, oturun,
ben sizi ölmüş zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
hoş gelip sefalar getirdiniz...
Yayalar-köylü Yakup,
iki gözüm,
merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
çok sıcak bir yaz günü
yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemişsiniz?
Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
tabutunuzun
toprağa indiğini.
Hem galiba
tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
Onu bırakın Ahmet Cemil,
vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
o ilâç şişesidir
rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabilmek için,
yapyalnız
dünyayı unutabilmek için
ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Başucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz...
Bir eski Acem şairi :
«Ölüm âdildir» — diyor,—
«aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»
Hâşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
herhangi bir şahın bir gemi ambarında
bir kömür küfesiyle öldüğünü?...
Bir eski Acem şairi :
«Ölüm âdildir» — diyor.
Yakup,
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem şairi :
«Ölüm âdil...»
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün âdil olması için
hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...
Bir eski Acem şairi...
Dostlar beni bırakıp,
dostlar, böyle hışımla
nereye gidiyorsunuz?

Nazım Hikmet Ran.

Ben çok dar bir çerçevede, çok dar bir açıdan bu kadar ölüm sığdırabildim bu yazıya...12 Eylül ölenlerini, Eminönü'nden Beyazıt meydanına kadar kurulu olan darağaçlarında dizili ölüleri, diğer semtin ölülerini ya da herkes kendi kentinin ölülerinin görünmeyen heykellerini dikip seyahate çıkabilir...
Siz hayatın olanca hızına ayak uydurmaya çalışırken, bastığınız bir yerlerde görünmeyen bir ölünün heykeli mutlaka vardır bu kentte...

Gün gelir, hepimizin görünmeyen bir heykeli dikilir şehrin bir yerlerine!..