Hasan Ebu Nimah & Ali Ebunimah
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu öylesine ustalıklı bir barış planı sundu ki altmış yıllık katliam sürecinde hiç kimsenin aklına gelmemiş olması şaşılası bir şeydir. 14 Haziran'da Bar Ilan Üniversitesinde takdim ettiği fikirlerinin göz alıcılığı bazılarının gözünden kaçmış olabilir düşüncesiyle bu analizi kaleme aldık.
Birinci olarak, Netanyahu, Filistinlilerin Siyonistlere bağlılık sergilemelerini istiyor. Filistinlileri "Yahudilerin bu topraklarda kendi devletlerine sahip olma haklarını tanıyoruz" diyerek bu bağlılığı ispatlayabilirler. Netanyahu'nun işaret ettiği gibi, çatışmaya yol açan, genelde Arapların özelde Filistinlilerin Siyonist rüyaya bağlılık segilememeleridir amma "bu sözleri halkımıza ve halklarına bir kez söylediklerinde, halklarımız arasındaki tüm problemlerin çözümüne uzanan bir yol açılacaktır." Netanyahu'nun "o anı özlemle beklemesi" elbette ki yüzde yüz doğaldır.
Ne ki Siyonizme sırf kalbî bir bağlılık yeterli gelmeyecektir. Netanyahu'nun açıkladığı üzere, Filistinlilerin [din] değiştirmelerinin "pratik anlamının" olabilmesi için "Filistinli mülteci probleminin İsrail sınırları dışında çözülebileceğine dair berrak bir anlayış olması gerekir." Başka bir deyişle, Filistinliler, 1947-48'de başlayan etnik temizliğin tamama ermesi için Filistin'e dönüş haklarından ferâgat etmek sûretiyle İsrail'e yardım etmelidirler. Bu gâyet mantıklı zira Filistinliler, birer Siyonist olarak, Filistinin Filistinlilerden mümkün olabildiğince arındırılması emelini paylaşacaklardır.
Netanyahu, "Filistinlilerin kendi kendilerini etnik temizliğe" uğratmalarının barışı sağlamada yeterli olmayabileceğini takdir edecek kadar akıllı: Anavatanlarında yahut Netanyahu'nun "Yahudilerin tarihi anavatanı" demekte ısrar ettiği yerin kalbinde zahmet ve sıkıntı içinde yaşayan milyonlarca Filistinli halen var olacak. Barış planı, bu Filistinliler için "askerden arındırılmayı" ihtiva ediyor fakat doğru bir şekilde anlaşılması gereken, silahsızlanmayı müteakip şartsız bir teslimiyet olmasıdır. Silahsızlanma, her ne kadar gerekliyse de, hemen uygulanamaz. Bazı aksi Filistinliler, Siyonist olmayı istemeyebilirler. Dolayısıyla da Siyonist Filistinliler, Siyonizme budalaca direnenleri mağlub etmek için sivil savaş başlatmalılar. Yahut Netanyahu'nun belittiği gibi "Filistin Otoritesi, Gazze'de hukukun hâkimiyetini tesis etmek ve Hamas'ın üstesinden gelmek zorundadır." (Aslında bir sivil savaş süreci çoktandır işliyor. Başında Amerikalı Korgeneral Keith Dayton'un bulunduğu, Amerika ve İsrail desteğindeki "güvenlik kuvvetleri" Hamas'a düzenledikleri saldırıları artırdılar."
Siyonist karşıtı Filistinliler yok edildiğinde, geriye kalan Filistinliler – sayıları tarihi Filistinde yaşayan yahudilerin sayısına eşit - Netantahu'nun vizyonuna göre, iyi birer Siyonist olarak hayatlarını sürdüreceklerdir. Netanyahu'nun "halkımızın ayrılmaz parçası, ilkeli, öncülük eden ve Siyonist bir topluluk" olarak tanımladığı yahudi kolonilerinin sürüp giden genişlemesine alan açmak için küçük gettolarda ve kuşatılmış bölgelerde sıkıştırılmayacaklar. Filistinliler, kalbî bağlılık duydukları Siyonizme muvâzi bir şekilde, "Kudüs'ün, İsrail'in birleşik başkenti olarak kalmasına" doğal olarak rıza göstereceklerdir.
Bu anlattıklarımız, Netanyahu planının sadece Filistin-İsrail boyutu. Bölge düzeyinde ise Arapların Filistin Siyonizmini eksiksiz bir şekilde cirolamalarını, İsrail'le ilişkileri normalleştirmelerini ve hatta Körfez ülkelerinin tüm masrafları karşılamasını istiyor. Neden olmasın? Herkes Siyonist olursa o halde çatışma da kaybolur gider.
Netanyahu'nun konuşmasını şaka olarak nitelendirerek geçip gidebilseydik ne güzel olacaktı. Fakat acı gerçeğin göstergesi. Netanyahu, saf ve iyimser ümitlerin aksine, İsrail'deki bir avuç aşırıları temsil etmiyor. İsrail kamuoyu bugün (bir avuç insan hâriç) ırkçı, dini fanatimizmin üzerine benzin döktüğü şiddet yanlısı bir ultra-ulusçuluk lehine birleşik tek cephe. Filistinliler en iyi halde aşağı mahluklar olarak görülüyorlar, kovulana dek, Gazze hapishanesindeki 1.5 milyon tutuklu gibi kafeslenene dek tahammül edilesi aşağılar.
Her ne kadar Holokost hakkında sürekli ders veren Amerikalı ve Avrupalı liderlerin hiçbirisi de söylediği kaba yalanlar ve etnik temizliği atlaması yüzünden Netanyahu'yu azarlamaya cüret edemeselerde İsrail, Arap karşıtı öldürücü bir ırkçılığın ve Nakba'yı [Büyük Felâket yani İsrail'in kurulduğu tarih] inkârın kaide olduğu bir toplumdur.
Netanyahu'nun vizyonu, işgal altındaki Batı Şeria'nın büyük bir kısmını ilhak etmeyi öngören 1976 Allon Planı veya Menahem Begin'in Camp David'de yaptığı "özerklik" teklifinden ilerisi değildir. Gâye her zamanki gibi: Azami toprak asgari Filistinli.
Netanyahu'nun konuşması, İsrail, adil bir anlaşmaya gönüllü olarak getirilebilir şeklindeki yanılsamaları – ABD Başkanı Barack Obama, Kahire konuşmasında bu yanılsamaları beslemişti - gömmüş olmalıdır. Tüm umutlarını Obama'ya yatıran bölgedeki bazıları – daha önce de Bush'a yatırmışlardı – Amerikan baskısının İsrail'i dize getireceğine inanıyorlar. Obama'nın, İsrail'in yerleşim inşasını tamamen durdurma – Netanyahu, konuşmasında bu talebe kafa tuttu - yönünde yaptığı güçlü beyânlara işaret ediyorlar. Obama, sağlam duran sözlerini davranışlarıyla destekleyecek mi desteklemeyecek mi bakıp görmek var şimdi.
Obama, İsrail üzerinde daha önce hiç olmamış bir şekilde baskı uygulasa bile, yerleşim inşasını durma yönünde yapacağı baskıyla siyasi sermayesini tüketecektir nerde kaldı diğer önemli meselelerin üzerine gitmesi.
Obama yönetimi ve İsrail hükümeti arasında gittikçe artan bir çatışma olduğu yönünde bir algılama var fakat buna rağmen (çatışma, önemsiz denilecek taktik meseleler üzerinde gelişebilir) asli sorunlar üzerinde mutâbıklar. Obama, "Filistin halkıyla yapılacak bir anlaşmanın, İsrail'in yahudi devleti kimliğini koruması gerektiğini", "Kudüs'ün, İsrail'in başkenti olarak kalmasını, taksim edilmemesi gerektiğini" zaten dile getirdi. Filistinli mültecilerle ilgili olarak "dönüş hakkı, gerçekçi mânada bir seçenek değildir" dedi.
Yerleşimlerle ilgili velveleye rağmen, Obama sadece genişlemeleriyle ilgilendi, varlıklarıyla değil. Obama yönetimi kendisini Clinton ve Bush yönetimlerinin duruşundan aleni olarak ayırana dek onlarla ve İsrail'le mutâbık olduğunu farz etmeliyiz yani Obama yönetimine göre, Kudüs'ü çevreleyen, Batı Şeria'yı gettolara bölen büyük yerleşim birimlerinin, herhangi bir iki devletli çözümde kalıcı yeri vardır. İsrail'in Batı Şeria'daki gayrimeşru duvarına ne Obama ne de Netanyahu değindi; demek ki duvarın ne varlığı ne de güzergâhı hakkında hiçbir tartışma yok. Ve şimdi her ikisi de geriye kalan parçacıklara "Filistin devleti" denilebileceğinde mutâbıklar. Obama'nın, Netanyahu'nun konuşmasını "ileriye doğru atılmış büyük bir adım" olarak nitelemesinde şaşılacak bir taraf yok.
Obama'nın Kahire'de dile getirdiği duruşta bilhassa can sıkıcı olan – Ortadoğu özel temsilcisi George Mitchell de sürekli olarak tekrar ediyor – "Filistinlilerin onur / şeref, fırsat ve kendi devletlerine sahip olma yönündeki meşru özlemlerine" ABD'nin sırt çevirmeyecek olmasıdır. Anlamlı duracak şekilde tasarlanmış ancak muğlak ve kampanya tarzı bu moda sözcükler devredilmez ve vazgeçilmez Filistinli haklarına hiçbir gönderme yapmıyor. Amerikalı konuşma metni yazarları ve halkla ilişkiler uzmanlarının seçimini yansıtıyor, Filistinlilerin değil. Obama'nın formülü, Filistinlilerin diğer özlemlerinin bizâtihi gayrimeşru olduğunu ima ediyor.
Filistinliler "şeref" ve "fırsatın" tanımlarını uluslararası hukukun veya BM kararlarının neresinde bulabilirler? Her şekle girebilen bu terimler, tüm bir Filistin tarihini muğlak bir hissiyata ve özgürlük, adalet, eşitlik, dönüş ve gaspedilen hakların iadesi yerine bir "devlete" indirgemektedir. Irkçı ve genişlemeci bir İsrail'in kovma ve katletme tehditi altında, Filistinlileri mahrum, dağınık ve savunmasız halde tutan bir devlet tasavvur etmek mümkündür.
Tarih boyunca hakları tanımlayanlar liderler değil, o haklar uğruna mücadele eden halklardı. Filistinlilerin, bir asırdan bu yana, toplumlarını fiziken yok etmeyi ve tarihten silip atmayı hedefleyen Siyonist çabalara direnmeleri ve ayakta kalmaları azımsanacak bir başarı değildir. Filistinliler gerçek uluslararası dayanışma inşa ederek, direnişi her alanda ve meşru her araçla sürdürdükleri takdirde, hakları yok edilemez. Adalet ve barış, büyük güçlerin kaypak vaatleri veya gâsıp işgalcinin lütuflarıyla değil böylesi bağımsız ve yerli bir güç esasına dayanılarak sağlanır.
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın