Necip Fazıl'da ev ile agora arasında kurtarılacak kadın düşüncesi

Necip Fazıl mısraları hayatıma çok erken girdi. İlkokul ikinci sınıfta ezberlediğim birkaç uzun şiirden biri Kaldırımlar’dı. Yanı sıra ezberlediğim birkaç şiir: Faruk Nafiz, Han Duvarları; Ahmet Haşim, O Belde, Yahya Kemal, Sessiz Gemi.

İlginçtir, yıllar sonra rap müzik çalışan kızımın bu müziğe ilgisi Kartel gibi Alamancı grupların yanı sıra Necip Fazıl şiirlerinden de beslendi. İlkokul çağında “Kafiye” şiiri dilinden düşmezdi kızımın.

Zeytinburnu Belediyesi’nin doğumunun 100. Yılı anısına düzenlediği sempozyumda sunmak üzere “Necip Fazılda ev ile Agora Arasında Kurtarılacak Kadın Düşüncesi” başlıklı bir metin için hazırlanırken, onun şiirleri ve metinleriyle hem düşünür hem de şair olarak hayatımın çeşitli dönemlerinde karşıma çıktığını gösteren çağrışımlarla kuşatıldım.

Yazının akışında artık NFK diye anacağım Necip Fazıl Kısakürek’in doğrudan kadını konu alan sayısız şiiri var. 37 yaşına kadar bohem bir hayat sürdürmüş olan şairin mısralarında kadın varlığı giderek daha vurgulu bir şekilde “sır”, “esrar” gibi kelimelerle birlikte beliriyor.

NFK çok farklı kadın karakterlerin bir arada yaşadığı bir konakta yetişti. Bu açıdan “sırlı” ve “esrarlı” gibi nitelemeleri şiirine yerleştiren saikler bir bilinmezlikten ziyade idealleştirmeyle de ilişkili olmalı. Elbette Paris yıllarını, Bergson etkisini de hatırlamak gerekiyor kelime seçimleri ve imgeleri üzerine düşünürken. Annesi Mediha Hanım tüberkülozdan muzdaripti ve şair olmasını ne kadar istediğini ona bir sanatoryum ziyareti sırasında söylemişti.

NFK’nın kadın meselesi üzerine düşüncelerini belirleyen bir diğer etken, dönemin “ulusalcı kamu”sunda kadının yer alış tarzından duyduğu rahatsızlıktır. Bir tarafta “eli sopalı”, erkek edalı Kemalist kadınlar, diğer taraftan Yakup Kadri’nin “Ankara” ve “Panorama”da tasvir ettiği akşama sinemaya gitmek üzere bütün gün süslenip hazırlanan tipler. Sinema meraklısı “biblo” kadınların yanı sıra, sinemanın konu ettiği pahalı bir kolye için kötü yola düşen kadınlar da, agoranın kadın için güvenilmezliğini gösterir, vurgularlar. Kadının bu agora tuzaklarından nasıl kurtarılacağı dönemsel bir kaygı olarak Yakup Kadri’nin yanı sıra Oktay Akbal da bile kendini gösterir. Kadınlar sokaktan korkar, korkutulurlar. NFK da kadınları sokaktan korkutur.

Sokağı iyi tanıdığı, bohem bir hayat yaşadığı için belki de sokağın kadınlar için güvenilmezliğine emin bir sesle konuşur. Mevcut agora, Sodom ve Gomore uzantısıdır. Mirası yok edilmek istenen Osmanlı’nın sokağı ve meydanının çok dışında, modern kamusala geçiş arzusuyla planlanmış olmakla birlikte bilinemezliklerle malul, dolayısıyla tekinsiz bir “kara” arazidir bu.

Beri taraftan NFK aynı zamanda, Kaldırımlar’ın da yansıttığı üzere Baudelaire’vari “flauner” tarzı bir hayatın tecrübelerinden seslenmektedir. Nakşi Şeyhi Abdülhâkim Arvasi ile tanıştığı 1934 onun için yeniden doğuşun tarihi olmuştur. İslam’a yönelmesiyle birlikte Kur’an ve kaynak eserlerden edindiği, mürşidinin dersleriyle de geliştirdiği tespit ve yargılar, agoraya dönük kuşkularını güçlendirdi. İdeolocya Örgüsü’nde (1968 baskısı) “Kadın İslam’da kendisine Şeriat yolundan ulaşmak şartıyla sevgili bir varlıktır” diye yazmıştır. Kadın ve haya arasında bir bağ kurmakta ve mahremiyet olgusunu “gizlilik surlarıyla halkalanmak” şeklinde tasvir etmektedir. Ancak mevcut agorada eve dönüşü kurtuluş olarak vazetse de daha geniş bir planı hatırlatmaktan da geri durmaz.

İmamlık, hakimlik dışındaki içtimai vazifelere vurguda bulunur ve bu tür görevlerde ehil sayılmamayı “ince bir hilkat sırrı” olarak değerlendirir. En yüksek mevkii ise (onun ve erkeğinin) yuvasındadır.

Kadının ezilmişliğini veya toplumsal silikliğini İslam’a değil, ham ve kaba softalığa veya körkütük anlayışsızlığa bağlar. An gelir teşbihi irkiltici boyutlara taşır ve kasap dükkanlarında yüzülmüş çırılçıplak etin vahşetiyle açıklar örtünün sırrını. Zaman içinde bu tür bir teşbih başörtüsünün mahiyetini savunmaya dönük vaazlarda açık zarf-kapalı zarf analojileri ile yayılma gösterir. (Örtülü masa, perdeli pencere… şeklinde benzetmelerin genç kızların tesettür algısı üzerindeki etkisi incelemeye değer.)

Büyük Doğu’larda (bundan böyle “BD” diye belirteceğim) ve İdeolocya Örgüsü’nde benzeri cümleleri okurken bakan (nâmahrem) gözün kışkırtıcı ve yarışa zorlayan çabasının ihmal edildiği izlenimi ediniyor insan. 12 Mart 1948 tarihli BD’de yayımlanan “İktidar bizde olsa ne olur?” başlığını taşıyan yazıda şunları yazar NFK: “Kadın evine döner. (…) Fuhuş imkânsız. (…) 20 yaşından sonra bekar erkek bulunmaz.”

Bununla birlikte BD’nin 5 Temmuz 1946 tarihli sayısında yer alan “Paydos” başlıklı yazısında, “Zina tespiti için ev basanlar ve kadına bütün düşünce, söz ve irade kapısını kapayıp köle muamelesi eden yobazlara paydos demek gerektiği” vurgulanıyor. İslam İnkilabı’nın kadınlarının erkek veya horoz gördüğü yerde kukumavlaşan veya kaçacak delik arayan eski nesil kadınlarından hiçbirine benzemesi temenni edilmiyor. Saadet Devri’ne atıfla kadınların dini edep ve eda ile kutsi ölçünün yasak etmediği her noktada boy göstereceğini belirtiliyor. Şunları yazıyor NFK: “Kadını kafes arkalarına ve haremlere hapsetmek, hiç kimsenin karşısına çıkarmamak ve topuğundan saçına kadar simsiyah bir torba içine sokup öylece ve bir an için cemiyet koridorundan geçirivermek, İslami ölçü ve gereklerin emrettiği bir şey değildir.”

Kadın İslami tesettüre dikkat ettiği ölçüde “İslam cemiyeti ve beldesinin en faal ve vazifedar bir unsuru olabilir.” Ev kadrosu ve aile çerçevesinin sultanı olma esasında kadın meşru içtimai faaliyetlerde yer alacak, ama kadın zarafetini yozlaştıran sahaların hiçbirinde görünmeyecektir.

Mevcut kamusal alanın kadın ideallerini eleştirmekte haklı olsa da önerdiği çözüm soyuttur. Gizemli kadın vurgusuyla bu soyut hali estetize eder. Ahmet Haşim’in NFK’yı etkilediği ve ondan etkilendiği bilinir. Ayrıca kadının kamusal alandaki varlığını önemsediğini bildirmekten de geri durmamış ve ulusal kamunun mütedeyyin kadını hesaba katmayan tasarımının sorunlarına eğilmiştir. Bugün yeterli görünmese de, onun kuşağından pek az ismin yapabildiği kadar mütedeyyin kadının kamusal alandaki varlığı üzerine düşünmüş, yazmıştır. (BD’da Neslihan Kısakürek adıyla yayımlanmakla birlikte NFK’nın barok üslubu ve fikirlerini yansıttığı söylenilebilecek köşelerde kamusal alanda kadın ve erkek ilişkilerinde yeni bir muaşeret arayışını yansıtan görüşlere yer verilir.

NFK’da kadın ya da erkek için şahsiyetli olma kaygısı baskındır. Kılık-kıyafete de o açıdan bakar. Star gazetesinin 17 Mart 2012 tarihli sayısında verdiği 1946 basımı BD’nun kapağında Türk kadının hangi kıyafete sahip olması gerektiği sorusu yer alıyor. Öne çıkan tespit şöyle: “Bugün kılıkta bile kök ve şahsiyet sahibi değiliz.”

Ev ise mütedeyyin/modern ayrımı yapılmadan kadın için sahici varlığı hesaba katılmaksızın inşa olunan agora karşısında tek sığınak olarak yeniden tanımlanıyor. O, Rousseau’nun çekirdek ailesinin korunaklı cenneti değildir tam olarak. Fakat NFK’nın içinde yetiştiği konak olamayacağı da açıktır. Kurtarma fikri, evin daha hayırlı olacağı ve zaten başka alternatif bulunmadığı kabulüyle geliştirilir. (Kadını evde tutarak ahlakı ve iffeti koruma, Bizans şehrinin de politikasıydı, Richard Sennett “Ten ve Taş”ta anlatır.) Kurtarıcılık ise Evlad-ı Osmanlı duyarlığı olarak Cumhuriyet devrimlerinden rahatsızlığı birkaç sembole indirgemek suretiyle geliştirilen bir misyondur. Dini, dünyayı, Osmanlı mirasını, vatanı, ahlâkı, şehirlerimizi, aileyi, gençliği ve kadınları kurtarmak…

Kendi değerlerine göre tasarlamamış, üstelik onu tabii haliyle kabul etmeyen, köşe başılarını eli sopalı öğretmenlerin tuttuğu bir agorada kadın ne ölçüde varlığını güvende duyabilir? Bu agora tuzaklarla doludur ve aileye ait her değeri yutan, tüketen, yozlaştıran korkutucu bir yayılma, kapsama iddiası içinde görünür. 1940’lı yıllarda BD sayılarında öne çıkan endişeler zaman içinde azalmaz, İdeolocya Örgüsü’nün 1960’lardaki baskılarına çoğalarak ve pekişerek yansır.

Neslihan Kısakürek’in hazırladığı “Muaşeret Edebi” ve “Ev-Kadın” başlıkları altında yayımlanan yazılarda sokağın/agoranın aldatıcı cazibesi ve tehditlerine sıklıkla değinilirken sinemanın ve modanın yozlaştırıcı, tuzaklar kuran rollerine dikkat çekilmektedir.

Ayrıca kadınların vakar, haya, iffet, şahsiyet ve edalarıyla da erkeklere saygıyı öğreteceği inancını da dile getirmiştir Neslihan Kısakürek. Genç erkeklerden farklı olarak genç kızların cinsi vakar, hicap, mahremiyet, iffet ve nezaket ölçülerinde mihraklanmış olmasının kaidelerini araştırıyor bir yazısında. Film ve sokak argosunu eleştiriyor, laübali “sen” hicaplarını kınıyor.

Ömrü vefa etseydi de günümüzde sosyal medyada iyi eğitimli başörtülü genç kadınların kendi kendilerinden bıçkın bir edayla “hatun” diye söz ettiklerini duysa, nasıl değerlendirirdi acaba?

BD sayılarında yer verilen kadın giysisi modelleri Batı moda merkezlerinin tasarımlarını yansıtır ve Neslihan Kısakürek birkaç rötuşla bu seçilmiş kılıkların kendimize ait ölçüyü billurlaştıracağını düşünür. Yine NFK’nın dilini hatırlatan bir üslupla, “son derece zarif/zerafetten en üstün derecede/en modern seviyede” diye tanımlanan bu modellerin aslında Müslümanlar tarafından tasarlanması gereken niteliklere sahip olduğunu, bu konuda düşünmemizi öğütlüyor yazar. Müslümanlığın, ona sıkı sıkıya bağlı kalmak kaydıyla kadın kılığını en ileri (modern) ve zarif ifadelere kavuşturmasının kolay olduğu görüşünü vurguluyor. “Kolay da ne kelime, güzellik ve zerafet ancak böyle avlanabilir” diye devam ediyor. (“Zarafet” kelimesi dönemin metinlerinde “zerafet” olarak geçiyor.) NFK da İslam İnkilabı’nın kadınlarının cihanın en zarif ve en cazibeli kadınları olacağını her zaman belirtiyor zaten. Bu inkilabın kadınları kutsi ölçünün “örtmeye mecbursun” dediği her noktalarını örtecek ve “örtmeye mecbur değilsin” dediği hiçbir noktasını örtmeye zorlanmayacaktır.

Şimdi aramızda olsaydı muhafazakâr dergilerin kapak ve içeriklerinde yer alan benzeri niteliklere sahip görünen modelleri üzerne neler düşünürdü peki...

O “güzelleştirme davası”nı izdivaç müessesesi ve çocuk eğitimini hesaba katan bütüncül bir plan olarak görmüştür. İdeolocya Örgüsü’nün “Sıhhat ve Güzellik” bahsinde gelecek yıllarda Mehmet Şevket Eygi’nin yazılarında farklı bir içerikle rastlanabilecek şekilde somut niteliklere sahip ideal bir fizik tanımlar. “Açık alınlı, nur yüzlü, ateş bakışlı, fevkalade temiz ve sade giyinmiş, 35-540 yaşlarında, 1 metre seksen santim boyunda…” diye, bu idealin özelliklerini anlatmayı sürdürür. Erkeklerin –tahsil çağındakiler ve engelliler hariç- evliliğe tıpkı askerlik gibi mecbur edilmelerini teklif eder.

Türk kadınlığının Doğu ve Batı’da örnek olabilecekken iyi veya kötü, doğru veya yanlış, fakat baştan başa şahsiyet ifadesi içindeki dünya kadınlığına karşı mahcup olduğu dile getirilir BD ve İdeolocya Örgüsü metinlerinde. Bu alandaki beklenti ve hayal kırıklığı yer yer Ali Şeriati’nin “Fatıma Fatıma’dır”da yer alan ifadelerini hatırlatır. Özgürleşmeyi sahici anlamda başaramadığı için kurtarılması gereken kadınlardan söz etmiştir Şeriati.

(Yeri gelmişken Necip Fazıl-Neslihan Kısakürek çiftinin bana bazı bakımlardan Ali Şeriati-Puran Şeriati çiftini çağrıştırdığını belirtmeden geçemeyeceğim. Dışarılıklı yengeler “modern muaşerete” vakıf görünür ve gayet şık giyinirler. “Cemiyet hayatında” eşlerinin yanında yer alırlar. “Modern ama yine de bizden” hissiyatının sebep olduğu bir itimatla, başkalarında, özellikle de “mahallenin kızında” eleştirilebilir olan, kusurlu sayılan onlarda göz ardı edilir. “Kadını kurtarınız” denilir bir yandan, ama ola ki işte o kadının kurtarılmasına çalışıldığı agoranın muaşereti, tecrübesi ve diline sahip kadın sohbet/hayat arkadaşı olarak tercih edilir.)

NFK metinlerinde cemiyetteki rolüyle kadın, mananın fikir ve gaye sembolüdür. Aslında bu sembol olma hali “kadının varlığının manasının vazifesi” sayılır. Vatanı, mukaddesatı, bütün kıymetleri şahsında o billurlaştırdığı için, kadının kurtarılması düşüncesi topyekun bir kurtuluşun icabı olarak tefsir edilebilir. Gerçi bir kurtarış düşüncesi yine de kadınların davranışlarına bağlamaktadır başarı şansını.

Gelecek yazımda “Necip Fazıl’da evle agora arasında kurtarılacak kadın düşüncesi” başlığını agorafobi, gizemlilik, kurtarma vurgusu, kamusallık ve muaşeret meselesi etrafında açmaya devam edeceğim nasip olursa.