Mısır ve Türkiye'yi klişe bulutundan görmek

Diktatörlükten demokrasiye dönüşüm hiç kolay olmamıştır. Mısır’daki hercümerç bu yüzden şaşırtıcı değildir.

Mısır’ı, liberal demokrasiye doğru upuzun adımlar atmış olan bölgenin diğer büyük Müslüman ulusu Türkiye’yle kıyaslamak işe yarayacaktır.

Ortadoğu hakkındaki klişelerimizden kurtulmamız da faydalı olacaktır.

“İslamcıların” hepsi birden okuma-yazma bilmeyen sakallı yobazlar ve peçeli kadınlar değildir. Müslüman Kardeşler arasında yüksek eğitimli profesyoneller vardır. Muhammed Mursi California’dan mühendislik doktorası almıştır. Kültürel referansları arasında “Rüzgar gibi Geçti” ve “Maymunlar Cehennemi” de var. Amerika’da doğan oğlunun Beyaz Saray’ı arzulayabileceğini söylemiştir.

Mursi’nin tüm muhalifleri laiklerden ibaret değil. Eleştirmenleri arasında kadın haklarını tasa edinmiş tesettürlü kadınlar ve Tanrıya danışıp Irak’a savaş açtığını söyleyen George W.Bush’un Müslüman bir versiyonunu istemeyen inanç sahipleri de var. Tüm laikler de liberal değildir. Bazları faşisttir. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan Türkler gibi ulusçuları da var aralarında. Bazı laikler muhalif görüşlere, onlar gibi düşünmeyen ve konuşmayan kişilere karşı hoşgörüsüzdür. İslamcılara karşı Batıdaki İslamofobiklerin sergiledikleri kîni sergilerler. Bazıları da otoriteryan yönetimi aklileştirmek için laikliği yardıma çağırırlar.

Mursi, Mısır’ın ilk seçilmiş lideridir.  Monarşinin devrildiği 1952 itibariyle üç selefi de askerdi: Cemal Abdulnasır, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek. Müslüman Kardeşler geçen yıla kadar kanundışıydı. O zamandan beri her seçimi kazanmıştır.

Türkiye’de ordu 1960’dan itibaren dört darbe düzenledi. 1998’de seçilmiş hükümeti devirirken başbakanı İslamcı diyerek dikkate almıştır. [Erbakan’ın] arkadaşları ise kendilerine Adâlet ve Kalkınma Partisi adını verdiler ve 2002’den beri her seçimi kazandılar.

Başbakan Erdoğan, ordu ve Derin Devletin yargı-bürokrasi dâhil diğer unsurları üzerinde sivil denetimi ileri sürme yolunda her adım atışında şiddetli muhalefetle karşılaştı. Bu gölge hükümet, Erdoğan’ın İran gibi teokrasi veya yeni bir Osmanlı sultanlığı tesis edeceğini söyleyerek İslamcılık öcüsünü kullandı. Ordu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi başörtülü olduğu için 2008’de yine darbeyle tehdit etmişti.

İstanbul ve Ankara’daki müesses nizâm, Erdoğan’ı kendilerine oy vermeyen geri kalmış Anadolu köylüsünü temsil ediyor diyerek gözden düşürmeye uğraştı. İroniktir, Avrupalı ırkçılar ve yabancı düşmanları Almanya, Hollanda ve diğer ülkelerdeki Türk göçmenleri marjinalleştirmeyi aklileştirmek için benzer bir aşağılayıcı sav kullanırlar.

Mısır’da ordu, Mübarek devrildikten sonra bile el çekmeyi reddetti. Henüz seçilmiş olan Mursi’nin elinden cumhurbaşkanlığı yetkilerini aldılar. Yargı ise seçilmiş meclisi feshetti. Mısır Derin Devleti’nin diğer unsurları da seçilmiş milletvekillerine sabotaj uyguladılar. Kimileri eğitimsiz yahut yeterli eğitimleri yok diyerek kırsaldaki kitlelerin oy kullanmayı hak etmediklerini düşünüyorlar – ki bu ölçüt kullanıldığında Amerikalı seçmenlerin büyük bir kısmı elenir.

Türkiye ve Mısır’daki bütün muhalefetin ilkesiz olduğunu söylediğimiz sanılmasın. Fakat muhalefetin çoğunluğunun gayri demokratik doğasını tanımamaya imkân yok.

Benzerlikler burada bitiyor.

Türkiye’nin ekonomisi 1 trilyon dolar; Mısır’ın ise 250 milyar dolar ve Mısır ekonomisi su alıyor. Türkiye 1952’den bu yana Nato üyesidir; Mısır ise ABD bağımlısı müşteri bir devlettir. Türkiye mükemmel olmasa bile onlarca yıldır bir demokrasidir; Mısır’da ise otoriteryan bir yönetim vardı ve seçim meşruiyetine sahip tek odak, Mursi’dir ve de yetkileri daha tanımlanmayı beklemektedir.

Erdoğan ve arkadaşları deneyimli/oturmuş siyasetçiler iken Mursi acemidir. Birinciler tedrici hareket ederlerken Mursi ve Müslüman Kardeşler sabırsızdır. Erdoğan ve arkadaşları orduyu evcilleştirdiler; Mursi ve Müslüman Kardeşler ise şeytanla anlaşma yaptılar. Yeni anayasa, savunma bakanının asker kökenli olmasını ve askeri bütçe üzerinde asgari sivil denetimi garanti altına alıyor.

Mısır demokrasiye doğru bata çıka ilerlerken dışarıdakiler yardım etmelidirler. Veya bir diğer Cezayir’i göze almalılar; Ordu Cezayir’de İslamcıların kazandığı 1993 seçimlerini iptal etmiş ve iç savaşa yol açmıştı. Yahut bir diğer Gazze riskini göze almalılar. Terörist teşekkül olarak addedilen Hamas 2006’da seçimleri kazanmış ve o zamandan beri güçlenmeyi sürdürmüştür. Veya ordunun seçilmiş hükümetlerin yönetmesine izin vermediği Pakistan riskini…

Aksine, İslamcılara seçim sürecinde meşru katılımcı olarak her ne zaman müsaade edilse, kendilerini ılımlılaşmaya zorlamışlardır. Bunu yapmadıklarında da mağlup edilmiş ve marjinalleştirilmişlerdir. Budur demokrasinin büyüsü.

Not: Geçen Pazar günkü yazımda Mısır’ın yeni anayasasının din özgürlüğünü tek tanrılı dinlere münhasır kıldığını yazmış, Hinduların, Sihlerin ve Mecûsilerin hakları olmadığını söylemiştim. Bu iki bakımdan yanlıştı. Sihler ve Mecûsiler kendilerini tek tanrılı görürler. İkincisi, yeni anayasa tüm vatandaşlara din özgürlüğü tanıyor fakat İbrahimî dinlere özel haklar da sunuyor. Dolayısıyla üç İbrahimi dinin sahip olduğu o aynı haklara sahip değiller. Sakarlığımdan dolayı özür dilerim.

Kaynak: Toronto Star

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın