MHP ne yapacak?

Kendi kendime en çok sorduğum soru şu: MHP lideri Devlet Bahçeli, normal hayatında da mitinglerde sergilediği üslubun insanı mıdır?

Fizik ile kişilik arasında ne kadar ilişki olur, bilmiyorum, ama baktığımda Bahçeli bu üslubun insanı değil diyorum.

Bu üsluptan kastettiğim de, ses tonunu olabildiğince zorlayan, el – kol hareketleri ve yüz ifadeleri “şiddet”e ayarlanmış ve sonu hep “biçici” bir yargı ile biten cümleler...

Ortaya kesin bir “şiddet algı”sı çıkıyor.

Sade insan kendi kendine soruyor:

Bu üslupla iktidar olunabilir mi?

Bu üslupla iktidar olunduğunda ne yapılır?

Ben bu üslupta bir iktidarın parçası olabilir miyim?

Hiç kuşkusuz bu üslubun bir alıcısı vardır. Parti imaj yapımcıları bunu hesap etmişlerdir ama bu gerçekten nasıl bir alıcı prototipini temsil etmektedir, üzerinde düşünmek gerekiyor.

Ben, bir duygu ortamında bu üslubun alıcısı oluşsa bile, sonunda, akıl planına gelindiğinde alıcıların önemli bir kısmının “Olmaz böyle şey” diyeceğini, geride sadece akıl planından uzak heyecan kitlelerinin kalacağını ve onların “Hani vadettikleriniz?” diyeceğini düşünüyorum.

Partilerin hüsranı da kanaatimce burada başlıyor.

Seçim meydanlarında o üslupta duyguları fişeklenenler, seçimlerden sonra ayakları yere basan parti yöneticilerine ayak uyduramadıkları için tepki gösteriyorlar. Oylar seçimden seçime tepetaklak oluyor.

Geçen gün Devlet Bahçeli, Star'dan Erdoğan Aktaş'ın sorularını cevaplandırdı.

Birebir mülakatlarda miting meydanı üslubu tabii ki kullanılamıyor. Kurduğunuz cümlenin inandırıcılığı hemen fire veriyor.

Bakın MHP liderinin karşı karşıya kaldığı sorulara:

-İktidar olursanız Kuzey Irak'a girecek misiniz?

-Kuzey Irak'ta ABD ve Kürt gruplarla karşılaşırsanız ne yapacaksınız?

-İktidar olursanız terörü nasıl çözeceksiniz?

-İktidar olursanız AB ile ilişkiler ne olacak?

-İMF ile ilişkileri ne yapacaksınız?

-Abdullah Öcalan'ı hemen asacak mısınız?

Bu sorulara verilen cevaplar asla miting meydanı kolaycılığına uygun düşmüyor.

İşte genel hatlarıyla Kuzey Irak cevabı:

-Geliriz, imkanları değerlendiririz, güvenlik birimleriyle istişare ederiz, Irak'taki duruma bakarız, caydırıcı bütün imkanları kullanırız vs...

Şimdi bu, miting meydanlarındaki köktenci üslubun ürettiği bir cevap mı?Ya da bu cevabın şu anda Ak Parti iktidarının yaptığından farkı ne?

Doğrusu bu, çünkü her iktidar durum değerlendirmesi yapar ve yer yer savaş diye nitelenebilecek sınır ötesi bir harekata bin kere düşündükten sonra karar verir. Savaştan önce de bütün caydırıcı imkanları kullanır. tıpkı şu anda yapılan gibi...

Şimdi biri kalkıp, Kuzey Irak'a yapılması muhtemel harekatın geciktiği herg ün için, MHP'li bir iktidarı Kuzey Irak Kürtleriyle işbirliği yapma ya da Amerika'ya verilen taviz gibi mi yorumlayacak?

Ya terör için ne yapacak MHP'li bir iktidar?

Dağdaki terör militanları için şu an askerlerin yaptığından başka bir metodu mu var?

Ovadaki “işbirlikçiler” için bölgenin sade insanını korkutmayacak bir yöntemi mi bulunuyor?

MHP iktidarında hiç şehit gelmeyecek mi? Şehit geldiğinde bundan kim sorumlu olacak?

-Anayasayı değiştirecek gücüm olunca Abdullah Öcalan'ı asacağım!
Bu ifade “Hiçbir zaman asmayacağım, çünkü o sandalye sayısına ulaşamayacağıam”ın diğer ifadesinden başka bir şey mi?

Bahçeli'nin AB ile ilişkiler noktasında söyledikleri de “Onurlu ilişki”den öte değil. Bu ifade, zaman zaman CHP'li politikacılar ve askerler tarafından da seslendiriliyor. Açık olan şu ki, Türkiye adına hiçbir politikacı “AB ile ilişkiler onursuzca olsa da sürdürülmeli” demez. Her iktidar, ülkesinin dışarıda onurla temsilini dikkate alır. AKP iktidarının yapmaya çalıştığı da budur. Ama “Onurlu ilişki”nin içi nasıl dolacak, önemli olan bu... Mesela şu söylenebilir mi? Biz bugüne kadar AB ile ilişkilerde şu durumda müzakereleri keserdik, ya da şu durumda AB bize farklı davranırdı, biz daha çok şey alırdık! Bence böyle bir şey söylenebilir ve bunun reel imkanları da ortaya konabilirse o zaman anlamlı bir iş yapılmış olur.

Tabii ki, AB ile ilişkilerde veya öteki konularda Ak Parti iktidarının yaptığından daha iyisi yapılamaz demek mümkün değil. Liderlerin veya iktidarların yoğurt yiyiş tarzı sonucu etkileyebildiği gibi, kurduğunuz başka Uluslar arası ilişkiler de yolları farklı açabilir. Ama bunların hepsi “reel sanılan imkanlar”la değil, “gerçekten reel imkanlar”la olmalıdır. Çünkü bir noktada işin içine “macera” giriyor ve ülkeler ondan büyük bedel ödüyorlar. Olay sadece vatanseverlik olayı değil. Vatanseverlik de son derece önemli ama, Uluslar arası planda bir çok şey, hesap kitaba dayanıyor. İttihatçı sorumsuzluğu ve Osmanlı'nın yıkılışı neden bir arada anılır durur, çünkü, belki de vatanseverce çıkılan yollardan, Osmanlı'nın kaybı ile dönülmüştür.

“Elitler”le ilgili ilginç bir yazı yayınlandı bir yabancı yayın organında. “Elitler CHP'ye oy verecekler, ama onun iktidara gelmesini istemiyorlar, Ak Parti iktidarının devamından yanalar.”

Acaba böyle bir duygu, bir başka toplum kesimi için MHP ile alakalı olarak var mı?

-MHP'ye oy verelim ama MHP iktidara gelmesin.

Refah Partisi'nin politika yaptığı dönemlerde halkın bir kesiminin tedirginliği şu tarzda intikal etmişti bana:

-İnsanlar Refah'a oy vermekten çekiniyor, çünkü köklü düzen değişikliğinin ne getireceğini öngöremiyorlar.

Buradan yola çıkılarak sorulabilir:

Şu anda MHP iktidarının ne getireceği öngörülebiliyor mu?

Şu anda CHP iktidarının ne getireceği öngörülebiliyor mu?

“Öngörülebilir ülke olmak!”

İç – dış sermayenin aradığı en önemli şey bu.

Sermaye ile ilgili düşünceleriniz ne kadar negatif olursa olsun, ya da küresel güçlerle ilgili ne kadar radikal tepkiye sahip olursanız olun, sonunda reel şartlar bunları. Bunları aşmak için bile, bunların varlığını dikkate almak zorundasınız.

İçinde fazlasıyla “dolduruş” bulunan bir seçim propaganda dönemi yaşıyoruz.

Evet, Genç Parti bile yüzde 7-8'lerde dolaşıyor. Türkiye'de “seçmen gerçeği” bu “fazlasıyla dolduruş” iklimine fırsat veriyor, da denebilir.

Ama öte yanda bir de sağduyulu, ayakları yere basan, miting meydanlarında heyecanlansa bile, sandığa giderken kalbine danışan seçmen var.

Partiler, aslında, bu seçmenin sayısını artırıcı bir misyon da üstlenmeliler.

Bu, kendilerini de bir yapay dünyada at koşturmaktan alıkoyar.

Sayın Bahçeli'ye baktığımda kendisine uygun düşmeyen bir rolü oynar gibi hissediyorum ve üzülüyorum.

Bazan, “Sayın Bahçeli, bir seçim daha böyle tamamen kendi karakterine aykırı bir rolde oynayabilir mi?”diye sormaktan kendimi alamıyorum. Rol yapılsa bile zor, bir de inandırıcı olma çabasına girildi mi, rol işkenceye dönüşmez mi? Lider kendisi mi seçer bu rolü, yoksa etraftakiler mi sürüklerler bu role, sormadan edemiyorum doğrusu...