Bu meydanda cumhurbaşkanlığı seçimi, anayasa değişikliği hazırlıkları, tarafların salvoları, askerin ön alan bir çıkış yapması var. Büyük bir değişim süreci ile bu sürece endeksli büyük bir iktidar mücadelesi var…
Öte yanda "küçük meydan" var…
Küçük ama en az diğeri kadar belirleyici bu meydanda, çeteler, sloganlar, katiller, katil üreten ceza yasaları, meşruiyet ve alenilik açısından başını alıp giden "etnik pleb faşizmi" var. Sokakta ve devlet dairelerinde cirit atan sembolik bir şiddet var…
Bu ikincisi son derece önemli…
Söz konusu olan sadece bir kuru gürültü siyaseti değil.
Tartışmayı boğacak, siyasetin ölümünü talep edecek, kaba kuvveti bir değer kılacak bir dalgadır söz konusu olan…
Dink Davası'nda en az bu dava kadar önemli gelişme, tutukluları getiren cezaevi minibüsünün üzerinde "Ya sev ya terk et" sloganının olmasıydı. Bu sloganın temsil ettiği siyasi anlayış, işaret ettiği şiddet hali, "taban ve tavan otoritarizmi"ni bir araya getirmektedir.
Bugün kimi gazetelerde fotoğrafları yer alıyor…
Bu fotoğraflarda Dink'in katillerini getiren cezaevi arabasından jandarma erlerinin gazetecilere yaptığı sinkaflı, meydan okuyucu el kol hareketleri görülüyor…
Hafife almayın; bu, bir meydan okumadır…
Bu meydan okuma, meydan okuyanlar zekâ, akıl, donanım zaafiyetiyle kullanıma açık kaldığı oranda, mevcut iktidar mücadelesinin seyrine göre dev bir kabarma yaşama riskine sahiptir.
Bu meydan okuma sadece "fiili" değildir, aynı zamanda "ideolojik"tir.
Düşünceye, düşünmeye, bunlar üzerine kurulu düzene, zihniyete meydan okumadır...
O katiller, o türküler, o etiketler, o el işaretleri bize hiyerarşi–itaat mantığının, faydacı anlayışın, güç kullanımı ile siyaset arasındaki ilişkilerin vaat ettiği düzeni anlatır…
Bu düzen aslında "tavandakiler"in aradığından çok farklı bir şey değildir:
Her tartışma, her beklenti, her görüş devlet alanına hapsedilmekte, o çerçevede meşrulaştırılmakta ve bu alandan hareketle meşrulaşmaktadır.
Bu zihniyet dokusunda siyaset, devletin denetimidir.
Milli çıkarların belirlenmesine, bunu belirleyecek aktörlerin tayin edilmesine yönelik bir güç mücadelesidir.
Kritik nokta da bu güç mücadelesi meselesidir.
Zira şiddet bu yolla hak ve haklılığı tanımlayan, meşrulaştıran bir anlam kazanır ve bir değer haline dönüşür.
Dönüşür zira milli çıkarı en güçlü olanın belirlemesi ilkesi ya da töresi, "gücün değeri ile çıkar tayininin yerindeliği arasında paralellik" kurar.
Güçlü olan doğru, haklı ve meşru olarak algılandığı ya da gönüllü itaati hak ettiği oranda, güç kendi başına bir değer olacaktır.
Bu çerçevede siyaset algısının temelinde de iki yönlü hareketlilik yattığı görülebilir: Siyaset hem devletle özdeşlik kazanır, hem kişisel bir itibar edinme ve fayda aracı olarak ortaya çıkar.
Ektik nitelikli taban fazişmi lafı boşuna edilmiyor…
Tavandaki siyasetsizlik ve devletçilik arayışlarını besleyen ana damar her zaman bu tür tabanlar olmuştur.
Siyasetin bu iki ayrı meydanı aynı sokağa açılmaktadır…
Dikkat kesilmek gerek…
23 Temmuz Genel Seçimleri'nin sonuçlarına, milliyetçi tepkiyi geri planda bırakmasına rağmen, bu gelişmeleri önemsiyorum, aşırı derecede tehlikeli buluyorum…
Kaynak: Yeni Şafak