200 yıldan beri neden geri kalıyoruz sorularını sorup buna akıl almaz cevaplar bulmaya çalışan sosyologlarla siyaset bilimcilerimiz var. Bu geri kalmada içinden çıktıkları veya temsil ettikleri kesimin payları olmadığını, Müslüman yaşayışının ve geleneklerinin bu ülkeyi geri bıraktığını ispat için uğraşırlar. Niyazi Berkes ile Tarık Zafer Tunaya bunların ilk öncüleridir.
Şerif Mardin bunlardan sonra ortaya çıkmış, onlara göre farklı bir sosyolog... Din sosyolojisi üzerinde çalışırken, bir yandan da Bediüzzaman'ı ve Risale-i Nur'u konu edinen çalışmalarıyla dikkati çekti. Büyük din bilginleri çıkarmış bir aileden gelen Şerif Mardin, Hariciyeci oğlu olarak yurtdışında doğup büyüdüğü, Galatasaray'da okuduğu ve çoğu zaman yurtdışında çalıştığı için Türkiye'deki havayı her zaman takip edemiyor, bu yüzden de YÖK zihniyetli bilim çevrelerinde pek de muteber sayılmıyordu. Ne zaman ki dinî hayat konusunda mahalle baskısından söz etti, o zaman laik çevrelerde muteber sayılıp sözleri manşet yapıldı.
Aslında din konusunda olduğundan fazla laiklik konusunda mahalle baskısı söz konusu. Müslüman halkı sindirmek için devlet ve medya çabasını yıllardır sürdüren azgın azınlık, Türkiye'de akıl almaz yasakların sözcülüğünü yaptı. Batılılaşma yolunda geliştirilen kadın-erkek eşitliği söylemini bir yana bırakarak bazı kadınların eşitsizliği için akıl almaz söylemler geliştirdi ve örtülü kadın–başı açık kadın ayrımını zenci-beyaz gibi ırk ayrımcılığı seviyesine çıkardı. Bu aslında çağımızda yaşanan en büyük insan hakkı ihlalidir, herkesin meselesidir.
Üniversitelerimizdeki başörtüsü yasağına karşı olduğunu açıkça söyleyen Şerif Mardin hocanın bu ihlali dile getirmesi çok daha önemlidir. Fakat Müslüman mahallesinde salyangoz satarak bu halkı sindirmeyi kendilerine en büyük misyon sayan medya mensupları hocanın bu tavrını değil, öteki baskı ihtimalini önemsedi. Bunun tam demagojik bir tavır olduğu ortada...
Dinî hayat konusunda mahalle baskısının bütün dünya için geçerli bir mesele olduğu din sosyolojisi ve psikolojisi ile ilgili bir gerçekliktir ve sadece bize özgü bir husus da değildir. Yahudi - Hıristiyan gelenekleri tamamen bu mahalle baskısı ile şekillenmiştir ve dinlerin folklorik tezahürleri bununla ilgilidir... Elbette dinin yaşanışında akidelere ve ilk çağlara göre farklılık görülmesi yalnız bize özgü değil, bütün dinlerde var. O yüzden dinin bir akide yönü, bir kültür ve medeniyete ait zamanla teşekkül eden geleneklerle iç içe geçmiş yönü, bir de halkın bölgesel tercihlerine bağlı mahalli yönü vardır ve mahalle baskısı buralarda görülür.
Demek ki eleştirilebilecek mahalle baskısı yalnız bize özgü değil, bütün dünyada çevre baskısı olarak dar görüşlü insanların zihniyetini temsil eder. Kimse küçük çevrelerde yaşayan dar görüşlü insanların kendi mahallesiyle sınırlı baskılarını bahane ederek dinin akidelerine bağlı yaşamayı veya tarih içinde oluşmuş ve evrensel normlara ulaşmış kültürel medeni değerlerini küçümseyemez. Bizdeki gibi kimse kendi hayat tarzını başkalarına dayatamaz.
Türk basınının azgın azınlığı bir ilim adamının objektif değerlendirmelerini istismar ederek işte bunu yapıyor. Esasen günlük politikalarla ilgili görünmeyen Şerif Mardin'in de bu oyuna gelmemesi gerekirdi. Bu konuda 25 yıldır sürdürülen Evren'in sakar-asker mantığından kaynaklanan tutarsız yasağın her türlü istismara açık olduğunu bilmesi lazımdı. Bir bilim adamının, başörtüsü yasağına karşı olduğunu söylerken, bu yasak kalktığı zaman başı açık hanımlarda mahalle baskısının oluşacağını ifade etmesi de bir bakıma çelişkili tavırdır ve karşı olduğunu söylediği yasağın sürmesinden rahatsız olmadan destek vermek demektir.
Kısacası, Şerif Mardin de içinde bulunduğu mahallenin baskısına yenik düşmüş, sözleri çarpıtılıp yasakçılığa destek olarak kullanıldığı zaman da susmuştur. Üstelik bu mahallenin laikliği korumaktan başka hiçbir dinî ve hukukî gerekçesi yoktur. Sosyolojik bakımdan geçerli olabilecek hiçbir argümanla da bu tutarsızlık savunulamaz. Genç sosyologlar da eleştiriyorlar.
Birbirinden farklı inanç ve geleneklerle yaşayan çevreleri farklı mahalleler olarak görme eğilimi ağır basıyor. Bunu açıkça ifade etmek gerekirse, Türkiye'de iki ayrı mahalle vardır ve bunlar çoğu zaman iç içe veya yan yana yaşar. Bunların Osmanlı'dan devrolan azınlıklara mahsus olanları halk arasında Gâvur Mahallesi olarak adlandırılırdı. Onlar zamanla yok oldu.
Sonradan türedi alafranga mahalleler ortaya çıktı. Cumhuriyet döneminde bunlar önceki ve alaturka diye nitelenen hayat tarzını sürdüren mahallelere baskı yapmaya başladılar. Bu da elbette çatışmaya, bazan da kavgaya yol açtı. Türkiye'deki kültür kavgasının temeli budur.
Kaynak: Vakit