Liberal devletin zenginleri

 

Liberal felsefenin en kışkırtıcı kavramları "özgürlük" ve "serbestiyet"tir. Her ikisi de caziptir, zira insan bir başkasının kölesi ve kulu, en azından zorunlu bağımlısı yaşamak istemez. Liberaller özgürlüğü salt bireye tanırlar, serbestiyeti zenginlere, büyük sermayeye. Modern iktisat bilimi üretim faktörlerini dörde indirir: Sermaye, toprak, emek ve teşebbüs. Her birinin kendine özgü önemleri varsa da, fiiliyatta en önemli olanı teşebbüstür. Aslında teşebbüs yoksa diğerleri yoktur.

      Tarihte Batı'da kapitalizmi mümkün kılan asıl faktör sermaye birikimidir. Halen kapitalizm demek daha çok sermaye biriktirmek, biriktirmek ve sonsuza kadar sermaye biriktirmek olarak bilinir. Daha çok kar, daha çok sermaye içindir. Tarihte sermaye birikimini sağlayan da, Avrupa'nın sınırları dışına çıkan beyaz adamın sömürgecilikle bütün dünyanın değerli madenlerine, ham madde kaynaklarına el koyup Batı'ya taşıması, milyonlarca siyahi insanı köle olarak kullanması ve elbette faiz işlemini ekonominin temel taşı olarak kullanmasıdır. Ama bütün bunları yapan özgür birey mi, yoksa yeni ortaya çıkan ulus devletler mi?

      Liberal felsefenin öne çıkardığı piyasa ekonomisinde serbestliğin ve bu serbestliğin rekabete imkan verdiği koskoca bir yalandır. Dün de yalandı, bugün de yalandır. Muhammed İkbal'ın vurguladığı gibi, bu felsefede sular serbesttir, ama bu sularda timsahlar ve ördekler aynı yerde yüzmektedirler.
      Gündelik hayattan basit örneklere bakalım: İstanbul'da Boğaz ve Fatih Sultan Mehmet köprülerini büyük sermaye ile vatandaş aynı şartlarda kullanmaktadırlar. Kim geçerse geçsin belli bir para öder. Prosedüre göre hem özgürlük vardır, arabalara kendilerine tayin edilen saatte ve köprüde serbest geçiş yapmaktadırlar, hem de geçen arabanın kimine ait olduğuna bakılmaksızın herkesten ücret alınmaktadır. Fakat her iki kullanıcının köprüleri kullanırken elde ettiği fayda aynı mıdır? Biri sadece arabasıyla veya toplu taşıma araçlarıyla köprüyü geçme hakkını kullanırken ve bu kullanım esnasında bir ücret öderken örneğin büyük sermayeden Koç grubu ise; mal alım ve satımını gerçekleştirirken, fabrikasında çalıştırdığı işçilerin işe gelip gitmelerinde, fabrikaya alınan hammaddelerin getirilmesinde, ihracatta ve mübadelenin neredeyse her aşamasında aynı köprüyü kullanmaktadır. Biri nakliye arabasıyla ev taşır diğeri fabrikaya ham madde. Her ikisinin ekonomiye olan katma değerleri aynı mı? Aynı değilse, nasıl olur da her iki araçtan aynı ücret alınıyor? Köprü hangisine daha büyük fayda sağlıyor? Nakliye arabasıyla geçimini zar zor temin eden Mehmet Efendi mi, yoksa ithalat veya ihracat yapan ya da fabrikasına ham madde veya piyasaya mamul madde taşıyan mı?

      Diğer yandan vergilerin büyük bir kısmını da eğer ben veriyorsam bu ciddi olarak düşünülmesi gereken bir adaletsizlik değil midir? Ayrıca Türkiye'de vergilerin % 70i halktan toplanan dolaylı vergilerden oluştuğunu bilmemiz gerekir. İki kıta arasında taşımacılığı ve ulaşımı sağlayan köprüler herkesten toplanan vergi paralarıyla yapılmıştır ki, büyük zenginlerin vergiye katkıları yüzde 30, halkın yüzde 70'tir.

     Bir başka nokta, içerde asayişi sağlayan emniyet kuvvetleri ile dış savunmayı üstlenen milli orduların kime daha büyük güvenlik sağladıkları konusudur. Bir yoksulun evine giren hırsızın alabileceği para veya değerli eşya ile bir zenginin evine giren hırsızın alacakları arasında elbette fark olmalı. Ama daha önemlisi, bütün iddialarına rağmen, büyük devletlerin hala zenginliklerini ordularına borçlu oldukları gerçeğidir. İngiltere'de son yarım asrın en müreffeh dönemini yaşıyor, bunun açıklanabilen tek sebebi var, o da ABD ile Irak'ı işgal edip bu ülkenin kaynaklarını çalmasıdır. Bu Amerika için de daha fazlasıyla vakidir. Eğer Amerikan ordusunun ve Amerikan devletinin varlığı olmasaydı petrol ve silah tüccarları trilyonları kasalarına indiremezlerdi.