Oysa biz esaslı soruları sormak yerine sadece Atatürk kutsaması ve putlaştırması yapıyoruz. İyi de Atatürk bir put muydu, din kurmuş kutsal biri miydi? Kendini bir put olarak mı ilan etmişti?
Oysa her tarafa Atatürk heykelleri dikmek, Atatürk'ü dondurur, put hâline getirir. Dünyanın hiç bir yerinde böylesine grotesk bir uygulama yoktur. Tabiî sıradan, beşinci sınıf, kabileler tarafından yönetilen ülkeleri saymazsak. Kaldı ki, oradalarda bile bu kadar fazla heykel dikemezler; çünkü bu durumda aç kalırlar, "acından ölürler".
Şimdi bu yazdıklarımdan bir nem kapanlar illa ki çıkar bu memlekette. Bazı tipler hazırolda beklemeyi çok onurlu bir işmiş gibi görebiliyorlar hâlâ!
Bütün bunları, Pazar günü Milliyet'te yayımlanan "Emirdağ'ın İlginç Sırrı" başlıklı haberi okuduktan sonra düşündüm. Eskiyen Atatürk heykeli bilinmeyen bir yere gömülmüş...
Şimdi ayıklasınlar bakalım Emirdağlılar pirincin taşını! Başları büyük belâda!
Gazetenin haberi veriş dili çok ilginç. Çok komik. Tehlikeli. Ve de tehdit dolu. Ne olduğu bilinmeyen bir heykel yüzünden bir sürü insanın canı yanacak. Milletini ve milliyetini çok seven (!), o yüzden adını milliyet koyan Milliyet gazetesi de, korkudan, ürküntüden abartılan-saklanan tuhaf hatta saçma sapan iddialarla pek çok suçsuz insanın canının yanmasına aracılık edecek, ediyor da nitekim! Yuh yani...
"Eğer araştırırsanız Peygamberimiz'in Türk olduğunu ispat edebilirsiniz" demiş. Kim demiş? İnanamayacaksınız ama Atatürk demiş.
Atatürk'le başladık madem; devam edelim. Şöyle demiş Atatürk:
"Dünyanın bize hürmet etmesini istiyorsak, ilk önce biz kendi benliğimize ve de milletimize bu hürmeti, hissî, fikrî ve fiilî olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim… Bilelim ki, millî benliğini bulamayan milletler baska milletlerin esiridirler."
Bunları Atatürk mü söylemiş gerçekten? Peki bunları söyleyip de ne yapmış? Bu söylediklerini mi, yoksa yapacağını mı yapmış? Bunu bilemiyoruz. Rivayetler muhtelif çünkü.
Benim anlayamadığım bir şey var: Atatürk'ün Cumhuriyeti, 1937 yılında Harp Okulu'nu birincilikle bitiren öğrencisine (=Avni Özgürel'in babasına) Elmalılı Hamdi Yazır'ın 9 ciltlik Hak Dini, Kur'ân Dili başlıklı, çağımızın en önemli Kur'ân tefsirini hediye ediyor. Bu tefsir'in bizzat Atatürk'ün emriyle yazıldığını da unutmamak gerekiyor. Atatürk bir de devâsâ bir Buhari tercümesi hazırlattırıyor.
Ve unutmayalım ayrıca: Laiklik, 1937'de giriyor anayasaya!
Atatürk, Türkiye'de tabulaştırılırken, birilerinin, Atatürk'e düşman birilerinin bu tabuya sığınarak, en hızlı Atatürkçü geçinmediklerini nereden biliyoruz? Kutsanan gerçekten kutsanacak, örneğin din kurmuş biri filan olsa, o zaman bir anlamı var bunun. Ama kutsanan kişi kutsal bir kişi değilse iş, karikatüre dönüşebilir. Ve birileri, milletin altını bu şekilde oymaktan kaçınmazlar.
Bir general, laikliğin tartışılamaz olduğunu söylüyor. Ne kadar tehlikeli ve sığ bir laf bu böyle. Laikliği tartışılmaz kılmak, kutsamak, laiklik tarafından kuşatılmakla sonuçlanır. Kutsallık zırhıyla kuşatılan kuşatılır çünkü.
Kaynak: Yeni Şafak