Kuşkuyu birlikte yenmek

Duruşma yargıcı ile kanıtlar arasındaki ilişki, eğer Tanrı ile kul ilişkisi gibi ise, araya kimse giremeyecektir.

Peygamberler bile.

Zira peygamberlerin özgörevi, Tanrı'nın buyruklarını kullara duyurmaktır. O kadar.

Kanıtlarla 'aracısız/doğrudan', 'yüze karşı/yüz yüze/diyalektik' ilişki kuran duruşma yargıcı, söylenenleri de, sesleri de işitmeli elbette duruşmada.

İşitmeli ki, aracısızlık/doğrudanlık ilkesi topal, eksik kalmasın. Bütünüyle gerçekleşsin. Duruşmada kanıtlar alabildiğine tartışılsın, yargılamanın saydamlığı ve güvenilirliği pekiştirilsin. Görüş alışverişinde tarafların birbirlerini anlamaları, aynı sözcüklere aynı anlamı yükleyip yüklemedikleri en sağlıklı biçimde saptansın. Kamuoyu yargılamanın akışını sağlıklı olarak izleyebilsin (CYY, m. 59, 147, 191, 209-217, 223).

İşte bu diyalojik ilkenin adı da 'sözlülük ilkesi'dir. Bu ilke gereğince, konuşan, sözlü kanıt, konuşmayan, dilsiz, yazılı kanıta yeğlenir (m. 210). Zorunludur bu. Çünkü, özellikle insan-kanıtın ağzından çıkan sözcükler ve bunların doğrudan algılanıp değerlendirilmeleri çok önemlidir.

Bu ilke uyarınca 'meramını anlatma ilkesi' de gerçekleşir. Çünkü, insan diyeceklerini sadece sözcüklerle anlatmaz. Seçilen sözcüklerle birlikte yüzdeki değişimler, el hareketleri, davranışlar da meramı anlatmaya yararlar.

Bütün bunlar, değerlendirmede ve vicdani kanıtın oluşmasında çok önemlidir.

Constantin Von Barloewen, bu görüşü çok çarpıcı biçimde dile getirmiştir: 'En üretken içsel gerilim, sözlü bir düşünce alışverişinde ortaya çıkar. Muhatapların birbirlerini anlamaya çalıştıkları açık bir söyleşide sıklıkla aynı sözcükler kullanılır. Ama bu sözcüklerin aynı şeyi belirtip belirtmediklerini ancak soru-yanıt süreciyle anlarız. Bu süreçleri de yalnızca canlı diyalogda hissederiz. Yazılı metinde bunlar kolay olmaz.' (Bilgiler Kitabı, (İ. Ergüden), İstanbul, 2008, s. 476).

Yineleyeyim.

Tutanaklar, konuşmazlar, kekelemezler, bocalamazlar, tutanakların yüzleri de kızarmaz.

Tutanaklar, uzak ve dolaylı işlemlerdir, kanıtın kendisi değildirler.

İşte böyle oldukları için tutanaklar, kanıt olarak her zaman yetersizdirler.

Unutmayalım. Özünde her tutanak, düzenleyenin yapıtıdır. Kanıtın kendisi değildir. Araçtır. Dolayısıyla sağlıklı bir kanıt değildir. Nitekim, Sokrates, 'Yazılı sözcüklere soru sorulduğunda, demişti, daima aynı yanıtı verirler'.

Doğru söze ne denir?

Aracısızlık, yüze karşılık, sözlülük ilkelerinin önemini yargıçlar özellikle keşif yaptıkları zaman somut biçimde sık sık yaşamışlardır.

Gerçekten yargıçlar, ne zaman yaşananlarla, kanıtlarla yüz yüze gelmelerini sağlayan bir keşif yapmışlarsa, verecekleri kararın kökten değiştiğini görmüşler; 'iyi ki, keşif yaptım, aksi takdirde yanlış karar verecektim' demişlerdir. Çünkü, hemen her keşif, yakın, doğrudan kanıtın en sağlıklı kanıt olduğunu ve uzak, dolaylı kanıta üstün bulunduğunu, araya giren her aracın kanıtı zayıflattığını ortaya koyan bir olgudur.

Araç sayısının artması ile kanıtın inandırıcılığı ters orantılıdır.

Daha bitmedi. Sağlıklı yargılamayı sağlayan yukarıdaki ilkelerin gerçekleşmesi için kuşatıcı ilkeler de var: Duruşma, ara verilmeden yapılmalı, 'kesintisizlik ilkesi'ne uyulmalıdır (CYY, m. 188, 190).

Duruşma, aynı yargıçlarla, aynı yerde sürmeli; belleklerden silinmeden makul sürede bitmeli, görüşme duruşmaya katılan aynı yargıçlarla yapılmalı ve karar aynı yargıçlarla verilip açıklanmalıdır.

Kısaca, 'yer ve yargıçlar açısından bağlılık/yoğunluk ilkesi'ne uyulmalıdır (CYY, m. 190, 231, AİHS, m. 6/1).

Demek, kişi açısından yoğunluk/bağlılık ilkesine göre, hiçbir oturumda yargıçlar değişmeyecek, değişme olasılığına karşı yedek yargıç oturumlara katılacak, ancak sadece duruşmaya katılan yargıçlar görüşmeye katılıp karar verebileceklerdir. Bunların dışındakiler ise asla. Kanıtlarla duruşma içinde ilişki kur(a)mayan, körler, sağırlar, uyku apnesi olan yargıçlar, ne duruşma yapabilirler ne de hüküm kurabilirler (m. 188, 190).

Böylece kuşku ile başlayan yargılama süreci, vicdani kanı (yargısı) ile bitecektir. Artık kuşku hep birlikte/ortaklaşa yenilmiş, kesin kanıya ulaşılmıştır. Bu yüzden, İngilizcedeki, Fransızcadaki, İspanyolcadaki, İtalyancadaki, Portekizcedeki 'kanı' sözcüğü, Latince kuşkuyu 'birlikte yenmek' sözcüklerinden (cum vincere) türetilmiştir: conviction, convicciÓn, convinzione/convincimento, convicç‹o.

Kesin hüküm, bağlayıcıdır. Herkes ona saygı duymak, onu gerçek kabul etmek zorundadır.

Niçin?

Kuşku, yukarıdaki ilkelere göre birlikte yenildiği için.

Kaynak: Star