'Kitaba razıysan'

Kâinatın işleyişinde temel yasalar mevcut. İnsan bu yasaları keşfettiği oranda iki şey yapar. Ya yeni imkanı insanlık ile paylaşır, ya da elde ettiği gücü sömürüye dönüştürerek, daha büyük kazanımlara yönelir. Kendi başına hareket eden insan için tercih ikinci şıktır. Birinci şıkkı tercih eden insanı icbar eden, cazip sayılacak imkanı paylaşıma açma yönelimi, kendini ve kainatı içine alan üst bir öğretinin telkini sayesinde gerçekleşebilir.

Bir başka deyişle, inanan insan için her şeyin başında meşruiyet meselesi gelir. İlahi söylem, en yakından uzağa, hayalden gerçeğe insanı konumlandırmıştır. Kimi zaman bu sınırlama insan nefsine ağır gelse de zamanla berekete dönüşen, hikmetlerin saçaklanması şükürle karşılık bulur.

Bir misal olarak faizi aldığımızda, insan bünyesi menfaati kolaydan elde etmeye meyilli olduğundan, buna rıza göstermek ister. Ancak faizin zulmü oluşturan, zayıfı ezen yapısı anlaşıldığında, kul hakkından uzak durmanın haklılığı ve hazzı anlaşılır. Kumar, içki ve bütün haksızlıkları içeren eylemler, tavırlar böyledir.

Meşruiyet mümin kulun elindeki mühürdür, onu Allah’ın (cc) rızasına uygun olarak kullamak zorundadır. Bu zorunluluğu, gönüllü olarak iman ettiği andan itibaren başlar ve son nefese kadar sürer.

Mümin, imanla birlikte, eşyaya, olaylara karşı bir tutum almış insandır. Kabulleri ve redleri, sabiteleri, esneme imkanları vardır ve bütün bunlar bir “rıza” doğrultusunda meşru, veya gayri meşru olur.

Mümin hayat karşısında bu haliyle bir tavır, duruş adamı olarak yer alır ve kınayanın kınamasına aldırmadan yolunu sürdürür. Yanlışlarından, hatalarından tevbe ederken, sadece O’na dayanır ve sadece O’dan yardım ister.

İnsan, her şeye rağmen, yanlışa düşme potansiyeline sahiptir. Diğer yönüyle, imkanlar bahsinde sınırlı varlıktır. Her şeyin üstesinden gelmek ister ancak gücü yetmez. Gücü yetmediğini de görmek istemez. Kurduğu birlikteliklere, yapılara büyük önem atfeder. Bununla da yetinmez, yapıya, yapı yoluyla kendine de ayrıcalık tanır; kutsala eklemlenir.

Bu hal, iyi niyetle, meşruiyetin parçalanma ve beşere aktarılma durumudur. Grupların aynı ayeti okuyarak kurtuluşta kendilerinin olduğunu, karşı tarafın helak olacağına inanmaları yoksa nasıl tarif edilebilir?

İnsanın yapısında saklı duran unutkanlık tuzağı ve aynı anda devreye giren güncelin cazibesi, müminler arasındaki sorunu büyütmeye ve tarafgirlik duygularını keskinleştirmeye yöneltiyor. Sonunda gayri meşru hükmüne kayıtlı haramlar işlenmeye başlıyor.

Ahiret hükmünü dünyaya taşıyarak, karşı grubun inancının, tutumunun gayri meşru olduğu zehabı ve dolayısıyla öldürülmeyi hak ettiğine olan inanç, İslam dünyasını teslim almaya doğru gidiyor.

Bu kıvamda olan zihniyet için dış düşmana ihtiyaç kalmamıştır.

Yeryüzüne rahmet olarak gönderilen peygamberin varislerinin bu hali, izahtan varestedir.

Meşruiyeti taze, diri ve temiz tutacak olan kitaptır. İnsan hataya meyyal ve yetersiz, etkiye açık zaaflarıyla malul olduğuna göre, vahiyle korunmuş peygamberlerden başka hiç bir zat, hatasız ve günahsız değildir. Dolayısıyla hangi mevki ve meslekten olursa olsun, her sözün, her iddianın hakikat cihetince sorgulanmaya ihtiyacı vardır.

Kişinin şöhreti, grubun gücü, söz sahibinin mevkii hakikate uyumu halinde itibara müncerdir, aksi takdirde hiç bir kıymeti harbiyesi olamaz.

Müminler bundan ötürüdür ki, duruşlarını, söz ve eylemlerini sürekli kontrol etme durumundadırlar. Kelamullahtan mı? İnsan, grup ve meşrepten mi besleniyorlar?

Bir başka mümine acı veriyorlarsa, haklı olduklarının teminatı kitap mı? Yoksa grup anlayışları mı, kim?

Sakin ortamda, uzun uzun düşünerek ve kitabın hükmüne müracaat ederek, kendimizi teste tutmamız en acil ihtiyacımız olarak karşımızda duruyor.

Yeter ki o büyük nimete, önyargısız müracaat edelim.