Kırmızı çizgiler: Lubna'nın pantolonu, Sura'nın başörtüsü

Hartum Ceza Mahkemesi pantolon giymesiyle "genel ahlaka ve kamu düzenine aykırı" davrandığı gerekçesiyle bir ay hapis cezasına çarptırılan Lubna Huseyin'i cezaevine göndermek üzere infaz hazırlıklarını tamamlarken; 
 
İsviçre Basketbol Federasyonu, Sura el Şavk'ın "dinî bir sembol" kullandığını öne sürerek maçlara başörtülü çıkması hususundaki yasaklamasını hayata geçirmek için gerekli çalışmaları yapmaya çoktan başlamıştı. Söz konusu iki olayı birleştiren ortak nokta her iki suçlunun! cezanın ağır, keyfi ve haksız olduğu kanaatini taşıması ve infaza karşı sonuna kadar direnme cesaretini göstererek sorunu ulusal boyuttan çıkartıp uluslararası bir mesele haline getirmeyi başarmaları olmuştur.

Sudan'da yaşanan ve krize dönüşen olayın her ne kadar Lubna Huseyin'in pantolon giymesinden kaynaklanan basit bir mesele olduğu iddia edilmişse de işin aslı Sudan Ceza Kanunu'nun 152. maddesinde düzenlenen genel ahlakı bozmama kuralına aykırılıktan kaynaklanan hukuksal bir durumdur. Huseyin'in, cezaevine girmeden önce Londra'da yayınlanan "Asharq Alawsat" gazetesindeki makalesinde olayın geçtiğimiz temmuz ayında gündüz vakti halka açık bir restoranda yemek yedikleri esnada güvenlik güçlerinin baskınına maruz kaldıklarını ve pantolon giyen on üç kadının bir kenara ayrılarak didik didik arandığını ve yapılan aramada kadınlardan birinin, cep telefonunda "Gümüş" adlı Türk dizisinin bir öpüşme sahnesinin bulunduğunun tespit edilmesi nedeniyle ceza yasasının 153. maddesinde yer alan "müstehcen davranışta bulunmak"tan tutuklandığını açıklamıştır.

YA BAŞINI AÇ YA DA ÜLKEYİ TERK ET

Mahkemeye sevk edilen kadınlardan 10'u suçlamayı kabul ederek kırbaçlandıktan sonra serbest kalmıştır. Kendisi ise verilen karara itiraz etmiş daha sonra gelen itirazlar üzerine mahkeme Huseyin'e 200 dolar civarında bir para cezası yahut bir ay hapis yatması hususunda seçenek sunmuştur. Sona kadar direnme niyetinde olduğunu açıklayan Huseyin, söz konusu 152. maddenin hükmünün kaldırılmasını sağlamak ve bunun için dünya kamuoyunun dikkatini çekmek gayesiyle tercihini hapis yatmaktan yana kullanmıştır. Ancak karara meşruiyet kazandırmamak için parayı yatırmama hususunda direnen Lubna, cezaevine gireli yirmi dört saat geçmeden Sudan Gazeteciler Cemiyeti'nin, mahkemece belirlenen para cezasını yatırması sonrasında serbest kalmıştır.

Dünyanın gündemine yerleşen bu hadise Sudan hükümeti tarafından yapılan açıklamada, olayın kasıtlı ve abartılı bir şekilde kamuoyuna sunulduğu ifade edilmiş ise de söz konusu hadise ülkede özgürlükler bağlamında kadının durumunun ne derece kötü olduğunu ortaya koyduğu gibi pek çok tartışma konusunu da beraberinde getirmiştir. Şöyle ki:

152. maddeye dayanılarak sadece Hartum'da 2008 yılında 43.000 kadının kırbaçlandığının ortaya çıkması ve özellikle Lubna ile birlikte gözaltına alınan on üç kadından suçunu kabul eden bazılarının kırbaçlanması, kalanlarınsa itiraz etmesi sonucu farklı şekilde cezalandırılması yasaların uygulanmasındaki adaletsizlik ve çelişkili durumların yaşanmakta olduğunu göstermiştir.

Şeriat prensiplerine dayanan Sudan Ceza Kanunu' nun 152. maddesi de dâhil olmak üzere ivedi olarak değiştirilmesi gereken esnek, yoruma açık ve güvenlik güçlerinin inisiyatifine bırakılan birçok maddenin hukuk sistemini zaafa uğrattığı anlaşıldığı gibi ceza sisteminde kullanılan infaz yöntemlerinin de bir o kadar küçük düşürücü olduğu görülmüştür.

Hükümetin tüm örtbas çabalarına rağmen söz konusu vaka, dünyanın gündeminde kendisine yer bulduğu gibi önümüzdeki şubat ayında yapılacak olan hem genel seçim hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileyecek bir süreci başlatmıştır.

Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın Sudan'da görevli temsilciliğinde halkla ilişkiler uzmanı olarak görev yapan Lubna'nın hâkimin diplomatik dokunulmazlıktan yararlanabileceğini hatırlatmasına rağmen; dosyayı kapatmaya yönelik bu öneriyi reddetmekle kalmayıp görevinden de istifa ederek yargılamanın devamında direnmesinin ise Sudan Ceza Kanunu'nun kadınlara getirdiği kısıtlamaların ne denli ağır olduğunu gösterme teşebbüsünü, başta Uluslararası Af Örgütü olmak üzere pek çok ülke ve örgütün bu olaya müdahil olmasını, Sudan üzerindeki baskıların artmasını da beraberinde getireceği açıktır.

Lubna'nın ülkenin huzuru, barışı ve istikrarı tehdit ettiği savlarının, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soykırıma göz yummak suçlaması ile karşı karşıya kalan Sudan Devlet Başkanı El Beşir'in suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışması ile eşdeğer bir hal aldığı kesindir.

İsviçre'de yaşanan olaya geri dönüş yapacak olursak on yıldan beri basketbol kariyerini devam ettirmeye çalışan ve 2008'de ülkenin en iyi oyuncusu ödülünü alarak taçlandırılan Irak kökenli İsviçre vatandaşı Sura el Şavk, başörtüsü taktığı gerekçesiyle sahalardan uzaklaştırılmıştır. İki yıl önce örtünme kararı alan ve bugüne dek takım kaptanı olarak görev üstlenen El Şavk'a takımı STV Luzern'in ulusal lige çıkmasını takiben Federasyon tarafından dinî sembol kullandığı gerekçesiyle tıpkı Sudan Ceza Mahkemesi'nin yaptığı gibi iki seçenek sunulmuştur. Başörtüsünü çıkarmak yahut tribünlere çıkmakla karşı karşıya kalan El Şavk, başörtüsünü çıkarmayı reddederek hakkını ulusal ve uluslararası platformlarda arayacağını ilan etmiştir. El Şavk'ın bu davranışı İsviçre kamuoyunu ikiye bölmüş ve en ağır eleştiri de aşırı sağcı Halk Partisi tarafından getirilmiş ve "El Şavk'ın ya Avrupai kriterleri benimsemesi ya da bu haliyle kendisine oynama izni verecek yerlere gitmesi" ifade edilmiştir. Halk Partisi'nin bu söylemi Avrupa'nın tolerans, diyalog ve hoşgörü mesajları ile Sudan'da farklı İsviçre'de farklı söylemlerin çifte standart yaklaşımlar barındırdığını açık bir biçimde göstermiştir.

ÇİFTE STANDARDIN BEDELİNİ KADINLAR ÖDÜYOR

Günümüzde hem insan hakları ihlalleri hem de özgürlüklerin sık sık gündeme getirildiği bir dönemde, Sudan'da Lubna'nın bu mücadelesi yaşanırken, medeniyetin beşiği olarak adlandırılan İsviçre'de, basketbolcu El Şavk'ın başörtüsünü çıkarmak istememesi nedeniyle sahaya sokulmaması son derece düşündürücüdür. Her ne kadar Sudan bu konuda başarısız bir sınav vermişse de İsviçre'de bu krizle birlikte insan hakları savunucusu olduğunu iddia eden bir ülke olarak son derece güç bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Savaştan ve baskıdan kaçan El Şavk gibi pek çok kişiye kucak açan İsviçre'nin ani bir tavır değişikliğine giderek geleneksel misafirperverliğini hoşgörüsüzlüğe çevirmesi manidardır.

İsviçre'de yaşanan olayların benzerlerinin Avrupa genelinde gitgide yayılması başta Fransa olmak üzere pek çok Batı ülkesinin sert ve dışlayıcı politikalar geliştirmesi son yıllarda pek çok başkentte atılan diyalog ve hoşgörü çabalarını zedeleyeceği ve sosyal patlamaları beraberinde getireceği bilinmelidir.

Küreselleşmenin artıları, medeniyetler arasında diyalog sağlanmasını ve halkların barışmasını beraberinde getireceğinin tartışıldığı bir çağda söz konusu iki kadının böylesi haksız yaptırımlarla karşılaşması kabul edilemeyeceği gibi kadınların maruz kaldığı eşitsizliğin giderilmesinin de zamanı çoktan gelmiştir.
 
Kaynak: Zaman