Kırk yıl olmuş Kudüs düşeli


Başta Kudüs olmak üzere Golan'dan Sina'ya kadar bölgeyi İsrail'in işgaliyle sonuçlanan 6 gün savaşlarının üzerinden tam 40 yıl geçti. Bu savaşın sonuçları Ortadoğunun siyasi haritasını değiştirmekle kalmadı yeni bir kolonyalizm türünün milyonlarca insanın topraklarından sürülmesi, topraklarının işgali pahasına uygulamaya konmasına, bölgenin tüm siyasi ve sosyal dengelerinin alt üst olmasına neden oldu. Hemen belirtilmeli ki; Filistin meselesi temelde, tarihi ve dini anlamıyla etnik ve bölgesel sınırları aşan Kudüs sorunudur. Bu savaşın sonuçlarını bölgesel bir Filistin-İsrail çatışması olmaktan çıkaran temel faktörün Kudüs'ün işgal edilmişliği olduğu tespit edilmeden çözüm için atılacak adımlar da anlamsız kalmaktadır, İsrail de bunu bildiği için bu konuyu elinden geldiğince gündemden uzak tutmaya çalışmaktadır.

Bu savaş sonunda İsrail açısından birkaç husus öne çıkmaktadır. 6 gün savaşlarıyla İsrail ABD hegomonyasının bölgedeki en güvenilir ileri karakolu olduğunu ispat etti. Amerika açısından vazgeçilmez stratejik ortak olarak öncelikli konumunu pekiştirirken bölgenin kalbine saplanmış bir yabancı unsur olarak küresel güçlerin jeo-stratejik aparatı olma misyonuna soyundu.

İsrail işgali bölgede bir 'Siyonist kolonyalizmi'ni devreye soktu. Bu klasik sömürgecilikten de Güney Afrika modeli “ırk ayrımcılığı”ndan (apartheid) da farklı bir sömürgecilik türü anlamına geliyor. İşgal edilen toprakları sömürmek adına da olsa yönetmeyi değil, işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlileri topraklarından sürerek sömürgeci unsurları yerleştirme stratejisine dayanan bir Siyonist kolonyalizm uyguladı. Nitekim Filistin İsrail görüşmelerinin her seferinde kopmasına neden olan en önemli madde başlıklarından biri 'mültecilerin topraklarına dönmesi meselesi'dir. Siyonist kolonyalizmi diğerlerinden ayıran husus, işgal altında tuttuğu bölgenin insanlarının sorumluluklarını alarak yönetmeyi değil köklerinden kopararak sürmeyi, yok etmeyi hedeflemesidir. Batı Şeria'da, Gazze'de, Kudüs'te yüz binlerce Yahudinin Rusya'dan, Avrupa ve hatta Afrika'dan getirilerek yerleştirilmelerindeki hedef, bu topraklardaki Müslümanların bir yanda Güney Afrika tipi ırk ayrımcılığına tabi tutulurken uzun vadede sürülmelerini amaçlamaktadır. 'Barış süreci'nde Filistin özerk yönetimine ayrılan bölgelerin birbirinden koparılmalarına, sınırlarına bile bakınca bu büyük stratejinin izleri görülebilir.

Barış süreci İsrail için yeni bir aşama olarak bölgesel ve küresel meşruiyet kazandırmış, bölgeye sıkışmış işgalci ve ırkcı devlet imajını unutturarak küresel operasyonlar yapan ülke konumuna tırmanmaya başlaması 40 yıllık işgalin bir ödülü olarak önümüzde durmaktadır.

Filistinliler açısından durum çok daha farklı; 1967'den sonra, Arap ordularının kurtaracağını uman Filistinliler bunun gerçekci olmadığını kavramalarıyla kurtuluşun kendilerinin vereceği mücadeleye bağlı olduğunu fark ettiler. 70'li yıllar işgal edilmiş toprakların dışında verilen mücadele ile Filistin davasının dünyaya kabul ettirilmesi sağlandı. Aslında mülteci kamplarında küçük vur- kaçlarla yapılan bu savaşın sonuç getirmekten çok dünyanın dikkatini çekmeye hatta uluslar arası aktörlerin bölgeye sızma aracı olarak kullanılmak istendiği açıktır. Nitekim belli güce erişen silahlı mücadeleye bizzat Arap rejimlerinin karşı çıktığına, kanla bastırmasına tanık olundu (Kara Eylül örneği).

80'li yıllar Filistin hareketi için tam bir dönüm noktası oldu; dışardan verilecek silahlı mücadele ile işgalin ortadan kaldırılamayacağı tespiti ile paradigma dönüşümü yaşandı. İşgal altındaki Filistinlilerin intifadayı başlatmaları, sivil direnişi önceleyerek, yok edilmek istenen bir halkın 'korku duvarını aşması' anlamına geliyordu. İsrail'in, karşı konulmazlık mitosu sona ermişti. İntifada hareketi aynı zamanda ideolojik kırılmaya işaret eder; Arap milliyetçiliği ve sosyalizme yaslanan FKÖ'nün öncülüğü sarsılmış, Filistin içinden İslami hareketler yükselişe geçmiştir. Barış sürecinde siyasi ve toplumsal desteği zayıflayan FKÖ ile alelacele masaya oturulmasının bir başka nedeni de tabandan yükselen İslami hareketlerin kesmeye yönelikti.

Uluslararası sistemi arkasına alarak, bu güçlerin yerli işbirlikçisi görüntüsü veren el-Fetih'in desteği ile Hamas'ı bastırmaya çalışan İsrail, her ne kadar 11 Eylül şartlarını Filistin direnişini, sivilleri yok etmekte kullansa da çıkmaza girmiş görünüyor. Korku duvarını aşan Filistinlilerle, ABD'ye karşı bölgede yükselen öfkenin birleşmesi sadece İsrail'i değil küresel sistemi de zorlamaktadır.

Bu arada İsrail zamana oynamakta, 40 önce yerleştirdiği işgalciler bugün orada yerli unsur muamelesi görerek, yerleşimcilerin sökülüp atılmasını bir insan hakları sorunu haline getirmek istemektedir.

Bu arada İsrail kurulduğu günden Filistinlilerin dramı yok sayıldığını hatırlayan bile yok. Kudüs'ün işgal altında olması, Müslüman kimliğinin sistematik olarak silinmeye çalışılması gerçeği hatırlanmadıkça Filistin sorunun çözümü mümkün olmayacaktır.

Evet, tam 40 yıl olmuş Kudüs düşeli!

Kaynak: Yeni Şafak