Kilit taşı


Bir yönüyle baktığınızda, olan, öylesine sıradan bir iş: 15 yıldan uzun bir süredir siyasî hayatın içinde bir insan, geçmişinde devlet bakanlığı, başbakanlık ve dışişleri bakanlığı görevleri de bulunan bir siyaset adamı, partisinin çoğunluğu teşkil ettiği Meclis'te, cumhurbaşkanı olarak seçildi. Sıradan bir gelişme size...

Abdullah Gül'ün, dün yapılan üçüncü tur seçimde, anayasanın öngördüğü üzere salt çoğunluğu sağlayarak cumhurbaşkanı seçilmesi 'sıradan bir iş' değildi oysa. Keşke öyle olsaydı. 'Sıradan bir iş' olsaydı, Türkiye'nin demokratik yönden tam bir olgunluğa eriştiğini dosta-düşmana kabul ettirmiş olurduk. Oysa Ak Parti'nin güçlü adamı Abdullah Gül'ün partisi tarafından aday gösterildiği makama oturabilmesi için, inişli-çıkışlı birkaç ay ile çok muhataralı bir süreç yaşanması gerekti.

Türkiye'nin 'halk tarafından seçilmiş' ilk cumhurbaşkanıdır o. Halk doğrudan seçmedi kendisini; ancak cumhurbaşkanı olmasının önüne çıkarılan engelleri tasvip etmeyenler, halkın büyük çoğunluğu, Abdullah Gül o makamda oturmadan tatmin olmayacağı işaretini verince, düğüm çözüldü. 11. Cumhurbaşkanı, ne yandan bakarsanız bakınız, halkın tasvibiyle seçilmiş ve yönlendirmesiyle makamına oturmuş biridir.

Hiç kuşkusuz, sırf bu gerçek bile, yeni cumhurbaşkanına seleflerinden daha büyük sorumluluklar yüklüyor...

Son birkaç ayda yaşananlar, Türkiye'de sistemin 'halka rağmen' nasıl işlediğinin sırrını hepimize öğretti: Çankaya sistemin kilit taşıymış meğer... 'Kilit taşı', çimento kullanılmayan klasik mimaride, yan yana konulan taşların bir arada durmasını sağlayan en ortadaki taşın adıdır. Diğerlerinden farksız gibi görünse de, ortadaki kilit taşını aldığınızda ya da yerinden oynattığınızda, bütün taşlar dökülüverir.

Cumhurbaşkanlığı makamı demokratik bir hukuk devletinin de kilit taşı olmalıdır elbette; ancak 'halka rağmen – halk için' Jakoben anlayışının devamını sağlayan, bunu da kimselere fark ettirmeden gerçekleştiren bir biçimde değil... 1982 Anayasası'nda (m. 104) “Cumhurbaşkanı devletin başıdır; bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk milletinin birliğini temsil eder; anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir” biçiminde ifade edilen görev tanımına uygun bir 'kilit taşı'...

Siyasetin içinden gelen genç bir isim Abdullah Gül; daha önce de siyasetin içinden isimler (Turgut Özal ve Süleyman Demirel) o makama gelmişlerdi, ancak seçildiklerinde her ikisi de Abdullah Gül'den bayağı yaşlıydılar. Atatürk (42) ve İsmet İnönü (56) cumhurbaşkanı olduklarında yaşça Abdullah Gül'den gençtiler, ama onları da siyaset kökenli saymamak lâzım.

Nispeten genç bir siyaset adamı olarak, Abdullah Gül, kendisini o makama lâyık gördüğünü ilân eden halkın yönlendirmesiyle Çankaya'ya çıkmış oldu. Bu bile bizim ülkemiz için bir 'ilk' sayılmalı.

Başka 'ilkler'in de adamı Abdullah Gül ve en ciddi sınavlar da kendisini o 'ilkler' yüzünden bekliyor. Çankaya'ya çıktığı gün verdiği mesajlar ve yaptığı jestlerle başlayarak yakın takip altında olacak, söyledikleri ve yaptıkları kadar söylemedikleri ve yapmadıklarıyla da değerlendirilecek... Bir günden diğerine bir değişiklik beklemeyelim; Türkiye esas Abdullah Gül makamı terk ettiğinde 'bambaşka bir ülke' haline gelecek...

Herkesin 'bambaşka ülke' kavrayışı farklıdır; Abdullah Gül'ün dün Meclis'te yaptığı teşekkür konuşmasını bitirirken verdiği sözler önemli: “Demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin üzerine titreyeceğim. Şeffaflık içinde, tam bir tarafsızlıkla, bütün vatandaşlarımı kucaklayarak yoluma devam edeceğim. Gücüm yettiğince, vatandaşlarımın huzuru, ülkemin esenliği yolunda çaba sarf edeceğim. Kimsenin kimseyi ezmediği, keyfiliğin hüküm sürmediği, hak kullanımı açısından zayıfla güçlü arasında hiçbir fark bulunmayan, vatandaşın haklarının korunup kollandığı, içeride güçlü, dışarıda saygın bir Türkiye ideali için var gücümle çalışacağım.”

Cumhurbaşkanlığı makamı böyle bir hassasiyetler Türkiye'sinin 'kilit taşı' olmayı hak eder işte...

 

Kaynak: Yeni Şafak