Karanlık tablo aydınlanıyor

İddianameyle 'Ergenekon' adı verilmiş örgütle ilgili belirgin bir tablo çizilmiş oldu: Örgütleşme ihtiyacının neden duyulduğunu, kurulan örgüte kimlerin alındığını, hangi eylemleri planladıklarını, hangileri için girişimde bulunduklarını biliyoruz. "Beyin takımı kimlerden oluşur, tetikçileri kimlerdir, kimlerden yardım alıyorlar?" türü sorulara savcıların verdiği cevap da var elimizde.

Hepimizin yakın tanığı olduğumuz bir dönemin 'gizli öyküsü' aslında Ergenekon iddianamesinin sayfalarında sergilenen... Ya da öykünün bir bölümü... Savcılar dikkatleri dağıtmamak ve kafaları karıştırmamak için olağanüstü titiz davranmış, konuyu yakından izleyen kamuoyunun bildiklerinin çoğunu tablonun dışında tutmuşlar.

Doğru bir yaklaşım bu... Bu tablonun gerçekliği mahkeme tarafından onaylanırsa, yani seçimle işbaşına gelmiş yönetimleri iktidardan devirmek için bir grubun çeteleştiği ve hedefe varma yolunda ciddi adımlar attığı, vurucu timlerin silâhlandırıldığı, kitlesel eylemlere kalkıştıkları, siyasi suikastlar planladıkları yargı tarafından da kabul edilirse, buradan başka tablolara ulaşmak hiç de zor olmayacaktır.

Türkiye 1990'ların başından beri siyasî çalkantılara maruz... 1990 bir önceki darbenin (12 Eylül 1980) on yıl sonrasıdır. Türkiye 1960 ile 1980 arasında on yıllık fasılalarla üç askeri müdahale yaşadı; dördüncü müdahalenin hazırlıklarına 1990 yılının ilk ayından itibaren başlandığı anlaşılıyor. Prof. Muammer Aksoy tam da o günlerde öldürüldü.

Prof. Muammer Aksoy'dan (1990) Doç. Necip Hablemitoğlu'na (2002) uzanan siyasi suikastlar zincirinde yer alan isimleri birer birer hatırlayalım: Doç. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Prof. Ahmet Taner Kışlalı... Her birinin ölümü onbinlerce insanın sokaklara dökülmesine ve ülkenin iyice gerilmesine yol açmıştı.

En belirgini Sivas'taki Madımak Oteli'nin ateşe verilerek 37 canın öldürülmesi fesadı olan aynı dönemde meydana gelmiş kitle eylemlerini de unutmayalım.

1950'li yıllarda azınlıklara karşı 6-7 Eylül (1955) fesadını yaşamıştı bu ülke. 1980 öncesinde Alevi-Sünni çatışması olarak siyasi tarihimizde yerini almış bir dizi fesat olaylarına tanıklık ettik. Bu eylemlerin bazılarının 'muhteşem birer psikolojik harp operasyonu' olduğunu sonradan öğrendik; bazısı hakkında kuşkularımız şu yakın zamanlarda arttı.

Hrant Dink'in kaybıyla zirve noktasına ulaşan nispeten yeni suikastlar ve en çarpıcı örneği Danıştay baskını olan eylemleri de bu yekûna dâhil edebiliriz. Türkiye'nin uluslararası politikasını etkileme amaçlı papaz ve misyoner cinayetlerini de...

Ne yönden bakarsanız bakınız, en az 50 yıllık bir 'faili meçhul cinayet ve eylemler' tarihimiz var bizim.

Önceki gün muhtevası açıklanan 'Ergenekon iddianamesi'nde son 50 yılın bütünüyle hesaplaşma niyeti bulamayanlar hayal kırıklığına uğramış olabilirler. Oysa 'Ergenekon' ile ilgili yargılama süreci o uzun yılların içerisinde belli bir zaman dilimine ve benzeri yapılanmalar içinden tek bir örgüte ait; ancak o zaman diliminde faal olan örgütün yaptıklarını yargısal süzgeçten geçirmek başka dönemlerde tanığı olunmuş benzer eylemlere de ışık tutmaya yarayacaktır.

Bugüne kadar sabırlı olundu, bundan böyle de sabrı elden bırakmamakta yarar var.

'Ergenekon' tablosu ne umutsuzluğa sevk etsin bizi, ne de yıldırsın; siyasî tarihimizin karanlık sayfalarının aydınlatılması sürecinin henüz başlarındayız.

Kaynak: Yeni Şafak