İsrail'in ömrü bitiyor

1948 yılının Mayıs ayında kurulan İsrail devleti ilk olarak batılı ülkeler tarafından İslam âlemini kontrol etme aracı olarak görülmekteydi. Batılıların sömürü dönemi sona ermiş "yeni sömürü" dönemi başlamıştı. Osmanlı hilafetinin birinci dünya savaşını kaybetmesinden sonra dünya nüfusunun yüzde 25'ni teşkil eden Müslümanlar küresel batı yönetimine karşı tehdit teşkil etmeye başladı. İslam'ın kutsal toprakları Mekke, Medine ve Kudüs; Suudi Arabistan ve İsrail'e verildi. Böylece dünya Müslümanlarının siyasi düşünce kontrolü de onlara verilmeye çalışıldı. Suudi Arabistan dini otorite görevini, İsrail ise tehdit olma görevini üstlendi. İsrail tehdidi Ortadoğu'daki Arap ülkelerinin yöneticilerinin kendi halklarını baskı altında tutmak için araç olarak kullanıldı. Siyonist "devletin" kurulması ile beraber İslam âleminin dini ve siyasi tarihinin en zor dönemi de başlamış oldu.

Bugün batı ülkelerini temsil eden ABD, İsrail ve Suudi Arabistan gibi iki aracının durumundan hayal kırıklığına uğramış ve onların bölgedeki olaylara müdahil olamadığını düşünmektedir. Suriye'de yaşanan olaylar, batının "hakikati görme anı" oldu. İsrail ve Suudi Arabistan tarafından organize edilen ve desteklenen güçler iç savaşa rağmen iki yıldır Esad rejimini deviremedi. Bu yeni müttefik arayışlarının başlamasına ve yeni kontrol araçlarının kullanılma isteğine neden oldu. İsrail, 2006 yılındaki Güney Lübnan ve Gazze operasyonları sırasında Hizbullah, HAMAS ve müttefiklerine karşı güçsüz olduğunu kanıtlamış oldu. Dolayısıyla da ABD'nin stratejik müttefiki ile ilişkileri kriz dönemine girdi.

Modern İsrail devletinin temel özelliği onun sadece görünüşte "Yahudi devleti" olması. Gerçekte ise o, sadece batı ülkelerinin kutsal topraklara yerleştirdiği Yahudi görünümlü bir oluşum. Haçlı yürüyüşlerden sonra kurulan "Kudüs Krallığı'nın" devamı olarak da görülebilir. Bu durumun Romalıların işgalinden farkı da bulunuyor. İşgal ideolojik sloganlarla gerçekleşiyordu ve yeni batı projesinin başlangıcıydı. Yeni küresel strateji "İkinci Roma" projesi olarak da tanımlanabilir. Büyük coğrafi keşifler, kolonileştirme dönemi yüzyıllarca sonra başlayacaktı. Batı tek ilahlı dinlerin kalbi olarak bilinen kutsal bölgeleri sürekli kontrol altında tutmayı hayal etmekteydi.

Modern İsrail, batının Yahudi eldiveni görevinde ve Ortadoğu'yu işgal aracı olarak kullanılıyor. Projenin başından sonuna kadar Anglosakson ürünü olduğundan kuşku duyulmamalı.

Bugün batının büyüklüğüne dair efsaneler artık yok oluyor. Dünya, batının insanlığın kemali olmadığını fark ediyor. Bu durumda Siyonist proje yük olmaya başlıyor ve ondan kurtulmanın yolları aranıyor.

İsrail'in çöküş içerisinde olduğunun çok sayıda kanıtları var. Projelerin tamamı onu yazanların umutları tükendikten sonra ortadan kalkıyor. Bugün İsrail Yahudilerinin 500 bini ABD pasaportu taşıyor. Eski SSCB'den bölgeye göç eden 1 milyon Yahudi geri dönmenin yollarını arıyor. Bundan başka 500 bin siyahî Afrika Yahudileri de ülkeden kaçma peşinde. Başka bir ifadeyle iki milyon Yahudi batının kurduğu oyundan kurtulmaya çalışıyor. Bu bir yok olma sürecidir!

Bu oluşumun yapay olduğunun diğer önemli bir kanıtı da İsrail ekonomisinin dışa özellikle de ABD'ye bağımlı olması. İkinci dünya savaşından sonra ABD'nin yardım ettiği ülkeler içerisinde İsrail ilk sırada yer alıyor. 2011 yılı içerisinde 3 milyar 29 milyon dolar ABD yardımının 3 milyar doları savunma harcamalarında kullanıldı. ABD yardımı devlet bütçesinin yüzde 4,4'ünü teşkil ediyor.

Modern Amerika'da yönetime gelen mali merkezler ve uluslararası şirketler uzun vadeli ekonomik çıkarlarını ABD'nin kendisinde değil Avrupa ülkelerinde arıyor. Avrupa karşıtları ise güç kaybediyor. Mamafih İsrail, Amerika'nın Avrupa'ya karşı kullandığı cop görevini de kaybediyor.

Amerika'nın İsrail politikasındaki temel paradigma değişiminin ilk belirtisi ABD'nin içerisinde Yahudilerin kendilerinin bölünmesi oldu. Bu gelişmeye müteakip olarak dünyanın diğer ülkelerinde de benzer gelişme yaşandı. AIPAC ve diğer teşkilatlarda bir araya gelmiş İsrail yanlısı Siyonist lobiler siyasi ve ideolojik izolasyon dönemi geçiriyor. Onlar ABD'nin ulusal çıkarlarının düşmanı olarak gösteriliyor. Bu tepkiler, Yahudilerin kendisi tarafından ortaya atılıyor. Ancak onlar "ABD vatanseverleri" olarak İsrail'e karşı çıkıyor. Onlar İslam âleminin kalbinde bu oluşuma destek vermenin sonucunun vahim olacağını anladılar.

Bu gelişmeler eşliğinde Obama yönetim kadrosunu değiştiriyor. Birinci dönemde ona bağlanan insanlar ondan uzaklaşıyor. Sağ demokratlarla imparatorluk yanlısı cumhuriyetçiler arasında köprü görevini üstlenmiş dışişleri bakanı Clinton -seçim döneminde "Hıristiyan Siyonizm'i" kartına yatırım yapmıştı- da gidiyor. Jim Carrey ve Chuck Hagel gibi şahıslar göreve geliyor. Bu ikili İsrail yanlısı lobi tarafından Siyonist devletin çıkarlarına kayıtsız kalma ve neredeyse antisemitizm ile suçlanmıştı. Ancak bu şahısların "İsrail yanlısı olmayan" görüşlerini gündeme taşımış olması bizleri yanıltmamalı. Amerika şartları göz önünde tutulduğu zaman sadece kesin İsrail karşıtlığını kabullenmiş insanların iktidara geldiği zaman bunu eylemselleştirebileceği önemli bir gerçek.

Yönetim kadrosunun değişimi "İslami uyanış" görüşünün sonuçlarından birisi olarak ortaya çıkıyor. Bazı uzmanların Arap ülkelerinde yaşanan "renkli" isyanların Amerikalı uzmanlar tarafından hazırlandığına dair asılsız iddiaları gündeme taşıyor. Gerçekte ise ABD varlığının altyapısı ve bölgedeki etkisi Ortadoğu'da yaşanan gelişmelerle yok olmaktadır. Netice itibariyle İslam âleminin değil, ABD'nin politika değişimi yapma zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Savaş sonrası dönemin başlamasından sonra Amerika'nın İslam âleminde en önemli ortağı olan Suudi Arabistan büyük bir hızla stratejik "faydalılığını" kaybetmekte ve kambura dönüşmektedir. Önce Suudi ideolojik yaklaşımı Sünni bölgelerde etkisini kaybetti. Selefi akımlarının önemli bir kısmı kendisini Suudi Arabistan'a bağlı görmüyor artık. Suriye "muhalifleri" içerisinde, Yemen ve Orta Asya'da yaşanan süreç bunu kanıtlamaktadır. İkincisi iktidar ailesinin kendisi derin bir kriz içerisinde. Şu anda yönetim başında olan kralın ölümünden sonra muhtemelen gruplar arası bölünmeler yaşanabilir. Üçüncüsü otuz milyonluk Suudi Arabistan vatandaşlarının önemli bir kısmı mevcut rejime karşı düşünceler içerisinde. Suudi Arabistanlılar, sokağa çıkmak için sadece bir kıvılcım bekliyor. Özellikle Şii halkın karşıt gruplar içerisinde gösterilmesi gerekiyor. Şiiler ülke nüfusunun yüzde 12-15'ni teşkil etse de doğu eyaletlerde çoğunluğu oluşturuyorlar. Suudi petrol kaynaklarının önemli bir kısmının doğu eyaletlerinde bulunduğu göz önünde tutulduğu zaman bölgenin stratejik öneme sahip olduğu ortaya çıkmış olur.

Suudi Arabistan ve İsrail şu ana kadar ABD'nin Ortadoğu'yu kontrol altında tutmasını sağlamaktaydı. Ancak "İslam uyanışının" yaşandığı bir dönemde İsrail adası stratejik olarak izolasyon süreci yaşıyor. Diğer bir taraftan ise Suudi Arabistan içerisinde de huzursuzluğun yaşanabileceği tahmin ediliyor. Bu durum ABD'yi yeni müttefik arayışlarına zorlamaktadır. İlk bakışta yeni müttefikle ilişkiler çelişki olarak da gözükebilir. Ancak Amerika'nın bölgedeki varlığına bundan sonra da devam etmesi için bu durumun göz ardı edilmesi gerekiyor.

ABD'nin kendi içerisinde de İsrail'den uzak durmanın objektif gerekliliği bulunmaktadır. On yıllarca Amerika iç politikası İsrail çıkarlarına uygun bir şekilde dizayn edilmekteydi. Başkanlık seçimleri, senatörlerin ve kongre üyelerinin belirlenmesi, önde gelen medya organlarının genel yayın yönetmenlerinin ve ünlü gazetecilerin kariyeri gibi konularda son karar Yahudi lobilerindeydi. İsrail'in dünyadaki rolü veya bu ülkenin ABD çıkarları ile ilişkileri konusunda bir politikacı veya aydın tarafından olumsuz açıklama yapılması onların kariyerinin bitmesi ile sonuçlanıyordu.

ABD'de kurulan sistem mali ve stratejik açıdan ağır yükümlülükleri de beraberinde getirdi. İsrail'e yapılan askeri yardıma -resmi olarak açıklanan rakamlara göre- 3 milyar dolar harcanmaktaydı. 2007-2017 yılları arasında ise "ittifak modernizasyonu" projesi çerçevesinde Amerika vergi mükelleflerinin İsrail ordusunun gelişimi için 30 milyar dolar vermesi gerekiyordu. Bunun dışında özel durumlar da ortaya çıkmaktaydı. Örnek olarak Amerika askeri malzemelerinin indirimli fiyatlarla satışı gösterilebilir. Yönetici kadro içerisinde yer alan zengin Yahudi diasporasının mali yardımını göz ardı edersek sadece devletin yıllık 5 milyar dolar yardım yaptığı ortaya çıkmış olur. Bu rakama Mısır'a -Sedat, Mübarek iktidarına- Camp David anlaşması gereği yıllık 1,8 milyar dolar yardımın verilmesinin de eklenmesi gerekiyor. Mısır'a yapılan yardım, İsrail'in güvenliğini temin etmek maksadıyla gerçekleşmekteydi. HAMAS karşıtı Filistin yönetiminin desteklenmesi için yapılan harcamalar da buraya ilave edilmeli.

Şu anda ABD ekonomisi bu yükü kaldıracak durumda değildir. İsrail'e para vermek maksadıyla borçlanmak mali sistemin yok olması, doların değer kaybetmesi anlamına geliyor. Çoğunluğunu Amerika Yahudilerinin oluşturduğu orta sınıf kriz içerisinde, sosyoekonomik durum giderek kötüleşiyor, ABD'nin İsrail'e bağımlı durumda olması kamuoyunda tepki ile karşılanıyor.

ABD kamuoyu son dönemde yaşanan olayların nedenlerini analiz etmeye başladı. Irak işgali sonucunda kaybedilen trilyonlarca dolar ve binlerce asker sorgulanıyor. Hatırlanacağı üzere Irak savaşı İsrail'in Saddam iktidarının kitlesel imha silahına sahip olduğuna dair asılsız iddiasıyla başlamıştı. İsrail, son on yıl içerisinde yaşanan ABD kayıplarının suçlusu olarak görülüyor.

Bunun yanı sıra İsrail, ABD'yi İran nükleer programı konusunda diplomatik çıkmaza soktu. Çünkü İsrail tarafından nükleer silahın yaygınlaştırılması prensibinin ihlal edilmesinin Amerika tarafından görmezden gelinmesi gerekiyor. Şu anda Yahudi devletinin yüzlerce nükleer füze başlığına sahip olduğu biliniyor. Bununla beraber İsrail şahinlerinin baskısı ile İran'ın kısa sürede nükleer silaha sahip olacağına dair iddiaları destekleme zorunluluğu ortaya çıkıyor. İran nükleer silahının "silahsız İsrail" açısından tehlike olduğu öne sürülüyor.

Amerika'nın dünya kamuoyunun İsrail'i şer ve zulüm merkezi olarak gördüğünü kabullenmesi gerekiyor. Ayrıca bu merkezin yalnız ABD'nin desteği ile var olabildiğine dair genel bir kanı oluşmuş durumda.

Yeni nesil ABD Yahudileri kaderlerini İsrail devletine bağlı görmemektedir. Buna örnek olarak onların Netanyahu'nun cumhuriyetçi adayı Mit Romney'e karşı oy kullanması gösterilebilir. İsrail parazit devlet örneği gibi varlığına devam ettiriyor. Onun varlığını devam ettirmesi için diaspora faktörü yetersiz kalıyor. Dolayısıyla ABD'nin mali, askeri ve siyasi desteğini çekmesinden hemen sonra İsrail'in siyasi haritadan kaybolacağı tahmin edilebilir.

Kısa bir süre önce Filistin otonomi bölge başkanı Mahmud Abbas, Filistin devletinin oluştuğunu ilan etti. Bu gelişmenin 1947 yılı BM kararından sonra yaşanması gerekiyordu. Bu karar, sadece Filistin'e gözlemci devlet statüsü veren BM Güvenlik Konseyi'ne dayanmıyor. Aynı zamanda Abbas'ın "dünya toplumunun" üst düzey yetkilileri tarafından da desteklendiği aşikar. Bu, İsrail'in siyasi-tarihi fonksiyonunu kaybetmesi demektir.

Kaynak: Ansar.ru
Dünya Bülteni için tercüme eden: İbrahim Ali