İran'a son yaptırımlar savaş habercisi


 
İran'a karşı küresel bir diplomatik koalisyon kurulmasını beklemeyen ABD'nin son yaptırımları, Tahran'ın nükleer programına son vermesini sağlayamaz. Beyaz Saray'dan 'İran meselesini çözmeden' gitmek istemeyen Bush, son aylarında bombardıman uçaklarını havalandırabilir

ABD'nin siyasi işlerden sorumlu dışişleri bakan yardımcısı Nick Burns geçen hafta dünyaya, ülkesinin İran'a yönelik son yaptırım paketinin diplomasiyi desteklemeyi amaçladığını söyledi. Burns, "Hiçbir şekilde güç kullanımını öngörmüyor" diye konuştu. Belki de Burns söylediklerine inanıyor, zira bakanlığın harekâta karşı olduğu tahmin ediliyor. Fakat Beyaz Saray'da itibardan düşse de 'ölümüne kararlı' olmayı sürdüren bir adam oturuyor. Bush 15 ay daha dünyadaki en büyük askeri gücün neredeyse hikmetinden sual olunmaz efendisi olacak. Bu gücü İran'ın nükleer programını yok etmek için kullanması yabana atılır bir ihtimal değil.

Söz konusu yaptırımlar, zaten İran'la teması yasak olan Amerikan şirketlerinden ziyade yabancı şirketleri hedefliyor. ABD'nin yaptırımların o şirketleri etkilemesini beklediğine inanmak güç. Çin ve Rusya ticarete devam ettikçe, İran'a dayatılan yaptırımlar işlevsiz kalacaktır.

Yaptırım İran'ı kışkırtıyor

İranlıların petrolü var ve dünya o petrolü satın almak istiyor. Rusya'ya bağımlılığı ortadan kaldırmak isteyen AB, İran'da bir doğalgaz boru hattı inşa etmek niyetinde. Pekin ve Moskova, İranlılara gününü göstermek konusunda Bush'a yardım etmeye meraklı değil. Tahran'ın ekonomik bunalımının ana nedeni yaptırımlar değil, hükümetin beceriksizliği ve ülke içi kapasitenin yaya kaldığı noktada yabancı şirketlere petrol kaynaklarını geliştirme izni vermemesi.

Batı'nın yaptırım faaliyetinin iki veçhesi var. Birincisi Avrupalıların kılı kırk yaran hantal dansı. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin başını çektiği Avrupalı liderlerin ana hedefi, ABD'nin hedeflerini destekliyor görünüp Washington'la ilişkileri yeniden kurmak. Avrupa başbakanları arasında yaptırımların İran'ın nükleer silah faaliyetini durduracağını düşünen tek bir isim yoktur muhtemelen. Fakat böyle yaparak ABD'yi askeri harekâttan geri tutabilirler.

ABD'ye gelince, geçen haftaki adımın ana amacı, Devrim Muhafızları'nın Irak'taki şiddette parmağı olduğu iddialarına odaklanmak. Yanı sıra, yanlış ekonomi yönetimine duyulan öfkenin, İran kamuoyunu harekete geçirmek bakımından İslami bir atom bombasına yönelik hevesten güçlü olduğunu düşünen bir kesim de var. Bu kesim Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın zaten sevilmediğini ve ipleri iyice sıkmanın iktidar mücadelesi dengelerini değiştirebileceğini savunuyor. İran'ın ılımlıları, yüksek enflasyon, artan işsizlik ve tümüyle petrolle doğalgaza dayalı ekonomiden rahatsız olan pragmatistler bu süreçte ellerini güçlendirebilir.

Ne var ki bunlar hayali görünüyor. Teksaslı akademisyenlerin geçenlerde yayımladığı bir araştırmada ortaya koyduğu bakışı kabul etmek daha kolay: Yaptırımlar askeri çatışmayı daha muhtemel hale getiriyor. Teksas A&M Üniversitesi'nden Christopher Sprecher şöyle diyor: "Yaptırıma tabi tutulan ülke yaptırımları zayıf görüyor ve bu yüzden de neredeyse kışkırtıcı bir hale geliyor." Sprecher ve meslektaşlarına göre, İran'ın nükleer programı ve dış politikasına karşı gerçek bir küresel diplomatik koalisyon, büyük ölçüde bir Amerikan oyunu olarak algılanan yaptırımlardan daha etkili olur.
İranlı devrimcilerin Irak'ın istikrarını bozmak konusunda önemli rol oynadığı veya İran'ın nükleer silah için elinden geleni yaptığı konusunda pek az uzman kuşkulu. Kuşkular daha ziyade ne yapılabileceğine odaklanıyor. Avrupalılar BM'nin kabul ettiği ve İran'ın tutumunun rahatsızlık yarattığını göstermeyi amaçlayan diplomatik ve ekonomik önlemleri desteklemeyi sürdürecektir. Gelecek ay BM daha ileri yaptırımları tartışacak, fakat sert adımları ne Rusya ne de Çin destekler. İran'ın nükleer silah elde etmesinin arzu edilir olduğunu düşünen fazla Avrupalı yok. Ancak çoğu bunun neredeyse kaçınılmaz olduğunu ve süreci durdurmak için harekât düzenlemenin vahim sonuçları karşısında yeğlenebileceğini düşünüyor.

Bush'un yedi yıllık başkanlık dönemi, ABD'nin ahlaki otoritesinin görülmemiş bir tarzda zayıflamasına sahne oldu. Soğuk Savaş'ın en karanlık günlerinde, bilhassa da Küba füze krizinde insanların büyük kısmı ABD'nin amaçlarının soylu niteliğine inancını korumuştu. Irak'la birlikte bu inanç kaybedildi. Avrupa ve ABD dışındaki her kesimden insan İran'ın Amerikan hegemonyasına meydan okumasına hayran. İran'ın arzusuysa bölgesel süpergüç olmak. ABD İran'ın arzularını diplomasi veya yaptırım yoluyla dizginlemek için gerekenden çok daha az desteğe sahip. Olası bir askeri harekâtına da Avrupa'da bile az destek bulunur.

Bununla birlikte iki taraf var ki olaya farklı bakıyor: İsrail ve Amerika'nın başkanı. İsrail'in yaklaşımı bildik ve iflah olmaz. Washington'ın, doğru hedefi saptaması halinde (ki muhtemelen saptayamayacaktır) İsrail'in İran'ın nükleer tesislerine hava saldırısı düzenlemesini desteklemesi akla uzak değil.
Zira Bush, yakın çevresinden birinin iki yıl önce bana emin bir biçimde söylediği üzere, Beyaz Saray'ı İran meselesini 'çözümsüz bırakarak' terk etmeyecek. Hâlâ da aynı tavrı sürdürüyor gibi. Bu konuda öyle tuhaf bir pervasızlık içinde ki, kamuoyu desteğinin yerlerde sürünmesi ve dış politika felaketleri karşısında istifini zerre kadar bozmuyor. İranlı 'teröristler' dizginlenebilirse Irak'ın hâlâ kurtarılabileceğine inanıyor. Askeri danışmanlarıysa Bush'a hava saldırılarının İran'ın nükleer projesini yok etmeyeceğini, olsa olsa erteleyeceğini söylüyor.

İran 2003'te uzlaşma önermişti

Velhasıl altı ay içinde yaptırımların Tahran'ı etkilemediği anlaşıldığında ve görev süresinin bitimi yaklaştığında Bush'un bombardıman uçaklarını havalandırması gerçek bir olasılık. Böyle bir adımın sonuçları arasında petrol fiyatlarının tavana vurması ve Müslüman dünyayla Batı arasındaki gerilimin belki de tarihi bir biçimde yükselmesi de olacaktır. Gordon Brown için de işkence gibi bir ikilem gündeme gelecektir. Britanya halkının büyük kısmı başbakanından ABD'nin atacağı böyle bir adımla arasına mesafe koymasını isteyecektir. Brown'ın bunu yapabilecek kadar sinirlerine hâkim olup olmadığı meçhul.
Amerikalı yazar Barbara Slavin geçenlerde yayımladığı kitabında, İran'ın 2003'te ABD'yle yeni bir sayfa açacak 'büyük bir uzlaşmaya' hazır olduğunu, fakat yönetimin bu yöndeki önerileri geri çevirdiğini savunuyor. O günlerde bir uzlaşmanın akla yakın olup olmaması bir yana, o zamandan beri Washington'daki yeni-muhafazakâr ağırlığın altında anlamlı diyalog kurmak imkânsızlaştı.

Ahmedinecad ve Devrim Muhafızları'nın ülke içindeki aptallıklarını ve Irak'ta yarattıkları karışıklıkları meşrulaştırmak için Amerikalı düşmanlara ihtiyacı var. Bush yönetimi de her fırsatta çatışmaya davetiye çıkarır görünerek onlara istediklerini veriyor. Tahran ve Washington'daki hasım yönetimler birbirine pek yakışıyor. Halklarının ve dünyanın bundan nasıl etkileneceğiyse başka mesele. Fakat İran'la ABD arasındaki ilişkiler, her iki ülkenin halkının liderliklerine karşı çıkıp barışa şans vermesinden önce, muhtemelen çok daha kötüleşecek.