Irak'ta Şiiler Şiilere Karşı

 

Ağustos ayından beri Irak'ta yaşanan siyasî ve askerî gelişmeler, Irak'taki egemen güçlerin, çok büyük bir operasyon için siyasî bir ortam hazırladıklarına işaret ediyor. Gece gündüz çalışarak sürdürülen bu hazırlık başarılı olduğu takdirde, önümüzdeki on yıllar içinde, Irak'ın geleceğinde çok büyük etkiler bırakacaktır.

Özellikle de Arap kabileleri arasında köklü bir Şii direnişin bulunduğu Irak'ın güneyinde, "Güney Bölgesi" diye isimlendirilen bir bölgenin kurulması düşüncesi vardır. Bu bölge en azından yedi mıntıkayı içine alacaktır.

Irak hükümeti ciddi bir şekilde Mehdi Ordusu'nun liderlik ettiği ve özellikle de Basra, Kerbelâ, Necef, Divaniye, Amara, Semave ve Nasıriye mıntıkalarında etkili olan esas direniş gücünü kırmaya çalışıyor. Hatta Amerikan güçlerince desteklenen Irak hükümet güçlerinin sınır tanımayan saldırıları, sadece Mehdi Ordusu'nu ve liderliğini ortadan kaldırmaya çalışmakla yetinmiyor, aksine fiili otoritesini, gerek güney mıntıkalarındaki gerekse Bağdat'taki "Güney Bölgesi" fikrine karşı çıkan dinî ve siyasî liderliklerin nüfuz alanlarına da yaymaya çalışıyor. Söz konusu liderlere Kerbela'daki Mahmud el-Hasani, Basra'daki Muhammed el-Yakubi ve Bağdat'taki Muhammed Cevad el-Halisi örnek olarak gösterilebilir.

Irak'taki Şiilerin tek bir akımı temsil ettiklerini sanmak yanlıştır. Evet, Amerika'nın Nisan 2003'te Irak'ı işgal etmesine kadar baskın özellikleri bu şekildeydi. Ancak işgal sebebiyle -Necef'teki tarihi en yüksek mercilerden birinin torunu olan Fatih Kaşif el-Ğıta'nın ifadesiyle- İran, egemen siyasî güç haline geldi ve bu durum, bir taraftan Irak Şii toplumundaki üstü kapalı bölünme sebeplerini harekete geçirdi, diğer taraftan da birlik sebeplerinin etkisini ortadan kaldırdı veya azalttı.

İran, Irak'ta asırlardır şekillenen ve modern Irak'ın inşa edildiği 1920'den 2003 yılına kadar geçen dönemde de iyice yerleşip sabitleşen toplumsal dokuyu parçalamak için bilinçli ve kasıtlı bir rol oynadı.

İran bu hedefi gerçekleştirmek için çok keskin araçlar kullandı. Daha önce Abdulaziz el-Hakim'in, şu anda da Hâdi el-Amiri'nin komuta ettiği Bedir Tugayları bu araçlardan biridir. Bedir Tugayları'nın Mart 2003'ün başlarında Irak'a girmesinden itibaren, hem Şiiler ve Sünniler arasındaki, hem de Arap olmayan Şiiler ile Arap olan Şiiler arasındaki grupsal parçalanmalar yaygınlaştı. Saddam rejimi devrilip, Amerikan güçleri Bağdat'a girince, Bedir Tugayları'na bağlı güçler, Amerikan güçlerine tâbi oldu ve Kazımiye gibi, Şiilerin çoğunlukta olduğu bölgelerdeki Sünni Iraklıları göçe zorladılar.

Irak İslâm Devrimi Yüksek Konseyi, Necef'teki Irak merciine, İran'ın Kum şehrindeki dinî mercie boyun eğmeye devam etmesi için, çok büyük bir baskı uyguluyor. Kum şehrindeki mercie ise, İran İslâm Cumhuriyet'inin en yüksek mürşidi olan Ali Hamaney liderlik ediyor.

Irak'ta en yüksek mercii olan Seyyid Ali Sistani, sonunun ne olacağından endişe ettiği için, kendi adına konuşma ve açıklama yapma işini vekillerine bırakarak sessizliğe gömüldü. Her ne kadar bu yöntem, lafzî karışıklıklara ve Konsey tarafından Seyyid Ali Sistani'nin vekillerine uygulanan siyasî sertliğe sebep olsa da, Irak mercii zaman zaman Iraklıların birliğini ve aralarındaki anlaşmazlıkları barışçı yollardan çözmelerinin zorunluluğunu vurgulamaya çalışıyor. 

Buna rağmen son aylarda Necef'teki mercilik ile İslam Devrimi Yüksek Konseyi arasındaki ilişkilerde kriz yaşanıyor. Bunun sebebi ise, Sistani'nin vekillerinden birinin, işgal güçlerine karşı silahlı direnişin meşru olduğunu açıklamasıdır. Sistani'nin vekilinin verdiği bu fetva, Mehdi Ordusu'na bağlı güçleri onaylama anlamına geliyor. İşte bu yüzden, İran devriminin en yüksek mürşidinin temsilcileri,  Irak'taki İran elçisi ve Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi'nin liderleri, Sistani'nin, sadece barışçı yollardan yapılacak direnişin meşru olduğuna dair fetva vermesi ve insanları böyle bir direnişe çağırması için baskı yapıyorlar. Böylece Mehdi Ordusu liderlerinin bastıkları zemini, ayaklarının altından çekip almayı hedefliyorlar.

Bağdat'ın düşmesinden sonra Hasan Kazımi Kûmî'nin, İran'ın Irak'tan sorumlu maslahatgüzarı olarak Bağdat'a atanmasından itibaren takip ettikleri siyaset incelendiğinde, İran yöneticilerinin, Irak'taki mevcut siyasî durumla olan ilişkilerinde iki ilkeye dayandıkları görülüyor.
 
Bu ilkelerden birincisi, Irak'ta Şiilerin mazlumiyeti olarak isimlendirilen durumu sona erdirmek ve Irak'ta ve çevresinde İran'ın siyasî üstünlüğünü garanti edecek bir rejim kurmak için Saddam rejiminin devrilmesini tarihi bir fırsat olarak değerlendirmek. Bu ilkeye uygun olarak, geçici yönetim kurulması ve grupçuluk (taifecilik) esasına dayalı siyasi paylaşım kuralını garanti altına alacak kalıcı bir anayasa yapılması hususunda, işgal güçleriyle yardımlaşmak için emirler çıkarttı.

Bu ilkelerden ikincisi ise, Amerikan güçlerinin, İran sınırının öbür tarafında bulunmasını, bu güçleri yıpratıp güçten düşürmek ve böylece İran'ı vurmasına ve nükleer programını durdurmasına engel olmak için tarihi bir fırsat olarak değerlendirmek. Bu ilkeye uygun olarak da İran Devrim Muhafızları liderleri, Sadr grubuyla, el-Kaide örgütüyle ve Irak'ın değişik yerlerindeki bazı küçük gruplarla birbirinden bağımsız bir takım anlaşmalar yaptılar. Buna göre, Amerikan ve ittifak güçlerini vurmaları için bu gruplara yardım edilecektir. Buna ek olarak, İran Devrim Muhafızları'ndan bazı unsurlar da Irak'ta yapılan operasyonlarda doğrudan yer almıştır.

İran'ın Sadr grubu ile yaptığı anlaşma, Sadr grubu siyasî liderliğinin, siyasi operasyonda ve hükümette yer almasını da kapsıyordu. Bu anlaşma çerçevesinde Sadr grubunun sembol isimleri, 2004'te yapılan yerel seçimlere katıldılar. Sonra Irak Geçici Ulusal Meclisi'ne, Anayasa Komisyonu'na, kalıcı anayasaya göre yapılan parlamento seçimlerine de katıldılar. Bundan sonra önce Caferi hükümetine, sonra da Maliki hükümetine katıldılar. Ancak bu katılımlar, Mehdi Ordusu'nun, Sünnilere karşı grupsal temizlik, Amerikan güçlerine karşı da askerî operasyonlar temelinde gerçekleşti.

Sadr grubu ve Mehdi Ordusu, 2004 yılındaki Necef olaylarının ardından hükümet ve İslâm Devrimi Yüksek Konseyi ile yaptıkları anlaşma ile, kendilerine malî bakımdan çok büyük yarar sağladılar.

Şu anda dikkat çeken hususlardan biri de, Mehdi Ordusu'na karşı mücadelede, hükümet ile Amerikan güçleri arasındaki askerî yardımlaşmanın çok ileri bir aşamaya ulaşmış olmasıdır. Bu gelişme Tahran'ın, Irak'taki Amerikan güçlerine karşı sükûnet siyasetine yöneldiği gerçeğini yansıtıyor.

Bu siyasetin iki hedefi var: Birincisi, Tahran'ın, hem şu andaki hem de seçimlerden sonra gelecek olan Amerikan yönetimine, Irak'ta istikrarın anahtarının sadece Tahran'ın elinde olduğunu ispatlamak.

İkincisi ise, Irak'ın güneyinde yeni bir siyasî duruma geçiş zamanının gelmiş olması. Evet, grupsal temizlik operasyonları ile güneyde yeni bir federal bölgenin kurulmasına karşı çıkan siyasî ve askerî Şii güçlerden kurtulma sağlandıktan sonra bunun zamanı gelmiş oldu.

Bu çerçevede, Mehdi Ordusu'na karşı girişilen son operasyonların iki anlamı bulunuyor: Birincisi, Amerika'yı teskin edip rahatlatmak ve onlarla yardımlaşmak; ikincisi de güneyde federal bir bölge kurma projesine karşı çıkan siyasî güçlerden kurtulmak.

 

Çeviren: Halil Kendir