Bunun tipik örneklerinden biri uluslararası üne sahip, Türkiye'de sosyolojik düşünceye önemli katkıları olan, toplumun dinamiklerine sosyolojinin imkanlarını kullanarak daha nesnel ve tarihi-kültürel perspektiften bakmaya çalıştığı için dominant -ulusal/cı akademik çevrelerden tepki gören Şerif Mardin'le yapılan konuşmaya gösterilen tepkide ortaya çıktı. Olanca bilimsellik iddiasına rağmen Mardin'in dini modernleşme parantezine alan yaklaşım biçimine gizlediği ötekileştirici bakış açısı, Türkiye'deki elitlerin tutumunu eleştirirken ya da din olgusunu savunmasa bile nesnel olarak ortaya koyma/anlama çabasındayken bile ortaya çıkıyor. Şerif Mardin'in Hürriyet'te yayınlanan söyleşisi, Türkiye'nin Malezya olup olmayacağı (artık İran olmayacağı anlaşılıyor) tartışması üzerinde sürdürüledursun, "millilik ve mahallilik" üzerinden yaptığı Türkiye okumasına gizlendiği aşağılayıcı bir elitist bakış açısının rafine örneklerinden birini sergileyişi atlandı.
Bu ülkenin din ve kültürel değerlerini "mahalli" olan, hayat tarzı ve dünya görüşü itibariyle bu değerlere bağlı olanları da "kovuğuna çekilmiş "(inine de diyebilirdi) olarak tanımlayan Mardin, seçkinler zümresinin yapıp ettiklerini ise "iyi niyetle girişilmiş modernleşme" projesi olarak "milli olan" düzeyinde tanımlıyor. Bu ifadeler, emperyalizmi (sömürgeciliği), medeni batılıların bilim ve teknolojik güçleriyle karanlık içindeki barbar doğuluları/Müslümanları/batı dışı toplumları medenileştirmek için yönetimleri altına almaları (işgal etmeleri) gerekçesiyle meşrulaştıran söylemden farkı var mı? Sosyal bilimlere yaptığı liberal katkının etkisiyle tezleri bizzat çalışmalarının öznesi olan dini gruplar ve entellektüellerce tartışmasız kabul gören Şerif Mardin'inin azınlık çoğunluk tanımlaması çok daha müthiş: sayılar açısından azınlık çoğunluk başka bir şey, moral açısından çoğunluk başka bir şey. (...) Azınlıktaki elit bir grubun, memleketi modernleştirmek için "şunları şunları yapmak lazım" diye iyi niyetle düşündüğü bir ülke.(...) 1960'tan sonra insanlar yavaş yavaş o kovuklarından çıkmaya başladı. Bu gerçekle yüzleşmek mecburiyetindeyiz. Kovuklarından çıkan insanların memleketinde ne yapılır? Onlarla nasıl baş edilir?
İfadelerdeki elitist tekebbür bir yana asıl meseleyi 'kovuklarından çıkan bu insanlarla nasıl baş edileceği' şeklinde koyan bir bilim adamının eleştirdiği toplum mühendislerinden farkı ne olabilir? Dikkat edilecek olursa eleştiri toplum mühendisliğinin modernleştirme yönündeki hedef ve muhtevasından çok üslup ve biçimine ilişkin. Bütün mesele daha akıllı ve anlayışlı yöntemlerle kovuklarından çıkan kitlelerin mahalli yanlarını/değerlerini modernleştirmek/ehlilleştirmek ise muhafazakar siyasetçilere bu anlayışlı modeli jakobenlere tercih etmek düşüyor.
Bu durumda topluma, hiçbir medeniyet tecrübesi olmamış antropolojik bir bulgu malzemesi gibi yaklaşan anlayışla toplum mühendisliği ile yöntem anlaşmazlığının dışında bir farkı kalmıyor. Şerif Mardin gibi bir otorite ismin tartışılması gereken hususu, Türkiye'nin Malezya olup olmayacağı üzerinden değil, bu ülkenin değerlerine ve sessiz çoğunluğa nasıl baktığı, ona ne düzeyde bir değer biçtiğidir. Bir akademisyenin, azınlık ama moral açısından çoğunluk/üstün olarak tanımladığı kadronun elinde adam edilmek istenen kitleleri ne yapmalı sorusuna verdiği cevaptan öte anlamlar taşıyor. Bu söyleşi ile anayasa tartışmalarının muhtevası arasında (zihniyet açısından) doğrudan bir ilişkiyi görmezlikten gelemeyiz.
Anayasa tartışmalarında toplumsal mutabakat üzerinde değil de anayasal sorun haline getirilen din dersi ve başörtüsü üzerinden sürdürülerek alevlendirilmek istenmesi, kendilerini "azınlık ama ahlaken çoğunluk" gören mütekebbir elitlerin dinle hesaplaşmalarıdır.
Anayasa tartışmalarında Türk seçkinlerinin nerede durduğu, batıcı çevrelerin nasıl tavır alacağı bilinmeyen bir durum değil. Burada meşruiyet açısından ayrıcalıklı ve dokunulmaz ve de tartışılmaz dil geliştirerek çoğunluğun ( açıkca ifade edilmese de ahlaken azınlık ya da aşağı görülen) taleplerini tartışmalı, adeta hukuk dışı bir konuma itmeleri bilinçli bir oyun... Anayasa taslağını yapanların bir türlü kendi gibi olamayışları, özür dilemeci tavırları sadece sembolik maddeleri savunamaz hale getirmiyor, bizzat dinin bu toplumun vicdanında, zihninde ve tarihindeki yerini tartışmaya açan hatta aşağılayan bir dile dönüşüyor.
Bunun karşısında en azından bu ülkenin sahibi olarak inandığı gibi yaşamak, aşağılanmamak, eğitim görmek talebinde bulunan geniş kitleler, sivil toplum örgütleri, cemaatler ne yapıyor dersiniz? Korkunç bir sessizlik. Tüm taleplerini birkaç liberal aydın/ akademisyenin insafına teslim etmiş görüntüsü veriyorlar. Bu taleplerin sahibi aydınlar, bilim adamları, kanaat önderleri anayasa konusunda ne düşünüyorlar? Medyanın, akademik çevrelerin, bürokrasinin başörtüsü ve din dersleri üzerinden adeta dinle hesaplaşmaya giren aşağılayıcı tavırları karşısında sessiz çoğunluğun suskun/edilgen kalma lüksü var mı? Din dersinin kaldırılmasından çok kaldırılma gerekçesine bakar mısınız?
Taleplerini liberal söyleme emanet eden sessiz çoğunluğun dilsizliği kendisini ahlaken çoğunluk gören kibir abidesi seçkinci zümreye tepeden bakma cesareti vermiyor mu? Dinin öğretilmesini savunamayanlar, bu ülkenin Müslümanlık'la ilişkisini kuramayanlar bu ülkenin ne geçmişle ne de gelecekle ilişkisini kurabilirler. Bu ülkeye İslam'dan bağımsız bir gelecek tasavvur etmek mümkün değil çünkü.
Kaynak: Yeni Şafak