Türkiye'de yıldızlar zümresine katabileceğimiz başka isimler aklımıza gelmiyor. Siyasi iktidar üzerinden sosyo-politik sistemde yer edinmek için, bu listeye girecek nice kişi "muhafazakar demokrat ideoloji"ye sığınıp "aydın" olmayı seçtiler. Basit bir ironinin kimse farkına varamadı: İslam kültürünün zengin mirasından habersiz aydın çevrelerde çürümüş muhafazakarlık öylesine demode olmuş ki, "çağdaş ve ilerici" geçinen çevreleri, geçmiş yüzyılın Avrupalı muhafazakar aydınları beslemeye devam ediyor.
Başlangıçta "İslamcı entelektüel" olma iddiasıyla yola koyulan çok sayıda okur yazarı, zihniyle ve bilgisiyle dünyayı anlama çabasında olan insanları "aydın" olmaya iten sebepler sadece yerel ve merkezi iktidarın sunduğu nimetlerin kışkırtıcı cazibesi değildir. Bu önemli bir sebep olmakla beraber, zamanın hakim eğilimlerine, gündelik siyasete, küresel trendlerin yol açtığı adaletsizliklere eleştirel bakma sorumluluğunda olan entelektüelin, aynı zamanda yüksek düzeyde zihni bir performans gösterme zorunda olması, işaret edilmesi gereken başka bir sebeptir.
"İktidar aydını" olmak çok rahatlatıcıdır ve Bediüzzaman Said nursi'nin dediği gibi bunun için "ehl-i rahat" olmak kafidir. Ama zihin ehl-i taharri sınıfından ise, size paketlenerek sunulan hiçbir şeyi hemen ve olduğu gibi kabul edemezsiniz. "Hayır" demek bir erdemdir ve hiç kuşkusuz Kelime-i Tevhid'in ilk bölümü "La" ile ifade edilen rettir. "La" bir itirazdır, başkaldırıdır, meydan okumadır. Tebliğ edildiği ilk günün üzerinden yüzlerce sene geçmiş olsa da, Kelime-i Tevhid, bilincin her an ve her durumda yenilenmesi, tazelenmesidir. Bir Müslüman günde kaç defa Kelime-i Tevhid'i diliyle ikrar ediyorsa, kalbiyle de o kadar bilincini tazeler. Bu, ruhsal ve zihinsel derin bir yenilenme halidir. Söz konusu ret, bizi saf bir ahlaki duruşa sevkeder. Ehl-i rahat taklide ve tekrara düşer, ehl-i taharri kalbin reformu olan iman seviyesine yükselir ve bu yükselişin durduğu basamak yoktur, sürekli inkişaf ve kemal hali sürer.
İktidar aydınları –ki içlerinde iç enerjisi tükenmiş akademisyenler, erken karizma peşinde olanlar, aydın olmayı statü elde etme aracı kullananlar, medyada köşe kapmaca yarışında olan gazeteciler ve daha niceleri var- "eleştirinin gücünü reaksiyoner olmak"la açıklamaya çalışırlar, bu, düşüncenin eleştiri süzgecinden geçerken uğrayacağı işlemin fonksiyonunu iptal etmek için, sözde 'ahlak' adına uydurulmuş sahte bir gerekçedir. Zira, Hakikat'e ve Hakikat sevgisine bağlı bir entelektüelin eleğinden sadece yanlış düşünceler geçmez, doğru düşünceler de geçer. İktidar aydınları iktidarın kıyıdan kenardan onlara dağıttığı ulufelerle yetinirken, aslında iktidara hak ettiğinden fazlasını verirler. Onları yanıltan nokta şu ki, aydınlar, kendi tedarik ettikleri bilgi ve fikirlerle iktidarın iş gördüğünü zanneder, oysa iktidar kendi kurallarına tabidir, kuralları tayin eden güç temerküzünden başkası değildir. İktidar aydınlarına düşen görev, tarihteki resmi ulema gibi meşruiyet çerçevesini temin etmektir. Bu yüzden aydınlardan korkulmaz, bir ara sesleri çok çıktığında Tekparti yönetiminin Milli Şefi İsmet İnönü "Aydınlar mı, onlara biraz ulufe dağıtın ağızlarını kapatırlar" demişti.
Her iktidar kendine taraftar "aydın" arar. Geçmiş zamanların veya bir önceki dönemin muhafazakar aydınları ile kendi çağını sorgulayan ve yeni arayışlar içinde olan yıldızlar –hakki entelektüeller- arasındaki fark; birincilerinin muhafazakar, ikincilerinin ise devrimci karakterde oluşlarıdır. Yıldızlar daima bir sonraki dönemin habercileri sayılır. Ama kaderlerinde yaşadıkları toplumda ve çağda anlaşılmamak, tepkiyle karşılanmak var. Ne var ki, geleceğe daima yıldızların düşünce ve görüşleri hakim olmuş ve yön vermiştir. Her dönemin geleceğine ilişkin yol haritasını yıldızlar, yani hakiki entelektüeller çizmişlerdir. İslam dünyasında hakim sömürücü sınıflarla tarihsel ittifaklar kuran aydın zümrelerin, çoğu kez geçmiş yüzyılın değerlerini –mesela 18. yüzyıl rasyonalizmini, 19. yüzyıl pozitivizmini- ısrarla ve acımasızca savunan muhafazakarlar olduklarını gözlemliyoruz.