İlk insanla kıyametin son müminini birbirine Allah(c.c) rızası bağlar. Her dönemde müminlerin değişmez amacı, Allah(c.c) rızasına uygun hareket etmek olmuştur. Rabbine kulluğu benimseyen iman ehli böylece dünyadaki bütün kölelikleri reddetmiş olurlar. Birbirini selamlayarak gelen peygamberlerin tevhid başlığıyla anlattıkları; peş peşe eklenerek birbirini doğrulayarak inen kitapların vurguladığı amaç Allah(c.c) rızasına her şeyin üzerinde tutmak olmuştur.
Allah’ın(c.c) rızasına uyulduğunda, her şey hesabın verileceği zaman olan hesap gününe göre yürür.
Hayatın baştan sona, an be an haram ve helale göre hesabı verileceği, her mümince iman edilen, bir husustur. Müslüman toplum da müminlerin bu rızayı kazanmasını kolaylaştırma görevini üstlenir.
Tabiri caizse, duygudan bilgiye, kültürden siyasete, uluslararası ilişkilere kadar müminin hayatı ahiret – politik bir yapıda çalışır. Adaleti eksene alan bu anlayışın geçmiş uygulamaları, çeşitli dönemlerde, farklı coğrafyalarda tebarüz etmiş farklı din ve kültürlerle birlikte yaşayarak ortaya koymuştur.
Müslüman insanın ve İslam toplumunun ne yapacağı ve ne yapmayacağı herkese açık bir durum arz eder. İnananların kitabın emri doğrultusunda değişmez ilkeleri ve yoruma açık yanları söz konusudur. Bir diğer ifadeyle menfaat, siyaset vb. durumlarda ilkelerini çiğneme söz konusu olamaz. Böyle yapıldığında, rızaya incitme ortaya çıkar ki, hiç bir mümin bilerek böyle bir duruma düşmek istemez.
Yeryüzündeki bireysel amacın, toplumsal yaşantıdan geçmesi, her dönemde, çeşitli engelleri aşmayı gerektirir. İslam’ın dünya önderliğini kaybettiği dönemlerde sorunlar büyük olmuştur. Reel – politik devrede dünya merkezli egemenliği kurarken sabit ilkelerden, ahlaktan nasiplenmez. Sadece güçten ilhamını alan anlayış, her defasında, yeri geldiğinde, önerdiği ilkeyi yemekten imtina etmez. Son örnek demokrasi.
Ümmetin dağılma sürecinde, emperyalist Batı ülkeleri önce İslam coğrafyasını istila ettiler. Ülkelerin kaynaklarını sömürdüler. İkinci aşamada kendilerini temsil eden diktatörlerle sömürü ilişkilerini sürdürdüler. Üçüncü aşamada küresel akışa entegre olamayan kendi diktatörlerini baskı altındaki halkı kullanarak devirttiler. Arap baharı denilen bu aşama sonrası ihraç ürünleri demokrasinin sandığını ortaya koydular.
Ancak halkın iradesi İslam’ı işaret ettiğinden bütün kutsallar yerle bir oldu. Teoriler ters yüz edildi ve halkın seçtiği Cumhurbaşkanını deviren cuntaya krediler açıldı, destek verildi.
İki yüz masum insanın ölümü, dört binden fazla insanın yaralanmasına rağmen destek sürüyor.
Batının gücüne dayalı reel – politiği bütün acımasızlığıyla, pervasızlığıyla anlayışını, tavrını ortaya koyuyor.
Mümin için yakınma hakkı yok. Çünkü inkar, kitapta geçen tarif ve tanımlarıyla görev başında.
Burada yeri boş kalan Müslümanlar. İslam coğrafyasının parça parça edilerek birbiriyle çarpıştırılması aynı zamanda her şeyi tutan bir şey olan amacın:
Allah(c.c) rızasının da parçalanmasına işaret ediyor.
Daha doğrusu o rızayı açığa çıkarıyor; görünür kılıp ibret alma imkanı veriyor. Sivil halkın üzerine kurşun yağdıran cuntanın başı ve onu destekleyen körfez ülkelerinin kralları da aynı kitabı okuyor ve aynı kıbleye yönelerek secdeye alnını koyuyor.
Soruya bile gerek yok. Allah’ın(c.c) rızası kimden yana? Zulmedenler ve onları destekleyen reel - politiğe boyun eğenlerden yana mı, yoksa rızası doğrultusunda ölürken bile, öldürmeyi düşünmeyen Habil’in kardeşlerinden yana mı?
Adeviyye Meydanı mümin vicdanları sarsmada çok belirgin bir işlev üstlendi. Körfez diktatörlerinin rahatı kaçtı. Hemen her ülkeden baskıcı otoriterlere rağmen itirazlar yükseliyor.
Dünyada bulunuş amaçlarına sahip çıkma, reel - politiğe teslim olmama süreci, aynı zamanda, ümmetin geri dönüş takviminin hızlanması anlamına geliyor.