... Ben dağa sığınırım, o beni sudan kurtarır...(Hud Suresi-43)
Nuh aleyhisselamın yaptığı son çağrıya oğlunun verdiği cevap, dağa sığınmak oluyor. Bunu mümin anlamakta zorluk çeker, inkarcı da anlamayanlara şaşar. İman ve inkar birbirinden öylesine farklı ki, bakılan aynı görüntüden iki zıt görüş elde edecek kadar kopuk.
İman ehli için bir Allah(cc) var, bir de gayrısı. Gayrısı varlığını ve bütün özelliklerini Yaratıcıya borçlu, O'nsuz bir hiç.
Başlangıçtan beri deveran eden devasa sistem, bir an arıza vermeden dönüyorsa, O'nun emri ve lütfuyladır. Çok kısa aralıklarla deprem, fırtına, selle kainat insanı uyarıyor, bu hikmet yüklü ikazlar insanın düşünmesini, irkilip silkinmesini, dosdoğru yolu bulmasını murad ediyor.
İnkar cenahı muhtaç varlıklardan medet umuyor. Mevla'nın emriyle hareket eden dağın kendini koruyacğını sanmak, inkarcılara has, ortak determinist bir tutumdur. Günümüze kadar uzanan cahiliyenin, aynı anlayışta olduğunu gösteren önemli bir örnektir.
Surenin devamındaki ayetlerde Hz Nuh ikaz ediliyor ve oğlunun kendi ailesinden olmadığı bildiriliyor.
Tevhid-şirk mücadelesinin köklü ayrımına işaret eden ikaz, inananları bir aile algısı ile ele alıyor ve kardeş kılarken inkarın bütün tonlarını tek yekünde topluyor.
Zaman ne kadar değişirse değişsin, gecenin gündüz arasındaki ayrım misali, zihinde başlayan ayrım, fikre ve eyleme aynı farklılıkla yansıyor.
Batı modernitesi, aklı tanrılaştırırken, muhtaç varlığı hakkı olmayan mertebeye çıkararak çaresiz bıraktı. İnsanı kendine hapishane yapan akla verilen paye, hiç bir etki ve tecrübeye ihtiyaç duymaksızın her şeyin üstesinden gelebileceği zehabıydı. Saf aklın çaresizliği endüstriyel gelişmenin gölgesinde kendini teselli etme fırsatı elde etti.
Cahiliye her asırda bulduğu teoriyle, yaslanacak dağ bulduğunu sanıyor, bir sonraki yüzyılda başka bir tutamağa geçip eski haline reaksiyoner hale geliyor. Aldığı nefesle dahi anlık muhtaç varlığın mustağnileşmesine buluşları, bilimde elde ettiği başarılar ve sürekli gelişmeyle devam eden teknoloji neden olurken, kendini nerede unuttuğunu hiç bir zaman hatırlayamadı insan.
Gelinen aşamada aklın cidarı delindi, üretim namluya evrildi, teknolojinin faydasının mı, zararının mı daha fazla olduğu tartışmalı hale geldi.
İnsanın çöküşü onu hava alamayacağı, başının döndüğü yüksekliğe çıkarılmasıyla ortaya çıktı. Tam da bir önceki, orta çağda küçümsenerek çileciliğin harmanına atılmasıyla yaşadıklarının tersini yaşayarak aynı sonuca vardı.
İnsan Yaratıcı'dan koparıldığında, eşrefi mahlukat olmaktan istifa etmiş olur. Bundan sonra kendi kendine önem verdiğini söyleyebilir ki, durum bir faninin diğer faniye sadaka vermesine benzer.
Yatay yolculuk çıkmaz sokakta biter.
Semadan kaçan insanın derdine kimse çare üretemez.
Rabb'e yakarışın bittiği yerde, insan insanın kurdu olur ve orada merhamet barınamaz. Mustağni olan insanın ego şişkinliğini hiç bir kibarlık saklayamaz.
Kendi öyküsün tek gerçek görüp dışına çıkıp özüne bakamayan Batı, kaçınılmaz olarak tarihinden elde ettiği pagan ipuçlarını modern algı içinde yeniden üretme yolunu seçmiştir.
Batı için her zaman bir yabancı vardır. Kötülüğün taşıyıcısı yabancı "barbar"dır, polise/şehre saldırmaktadır.
Bu keskin ayrım, kadim Yunan'dan günümüze biçim değiştirerek ve muhtevasını koruyarak tevarüs ediyor. Barbar saldırıyor, veya saldırmaya hazırlanıyor. Batılı gibi düşünmeyi beceremediğinden hala aklını inançla kontrol ediyor.
Bu nedenle de ergenlik sürecini tamamlayamamıştır, dolayısıyla ona dayatma yapmak onun iyiliğinedir. Dayatmanın dayatma yapılanın yararına olduğunu keşfeden "özgürlükçü" Batı aklının buluşudur.
Bu ön kabulden ötürü "kimi dinlere hakaret edilebilir" tespitinin dehşet verici arka planı yadırganmıyor. Devletlerin başındaki yetkililerin yaptığı ayrım fitnenin üretiminin daha geniş boyutlara ulaşacağını çağrıştırıyor.
Batının hiç bir zaman insan haklarını ayrımsız, korumadığını ve koruyamayacağının açıkça ortaya çıktığı zaman dilimindeyiz. Tarihte de böyle bir beceri ve tecrübelerinin olmayışı, bugün de dayatma dışında seçeneği muhal görmelerine neden oluyor.
İslam’ın öğretisinde doğruyu teklif etmenin ötesine geçilmesine izin verilmez.
Mevla kendi dinini kuluna dayatmıyor, bir teklif olarak sunuyorken, insana ne oluyor da kendi zavallılığını dayatıyor.
Yaslandığı dağı su basacağı aşikarken.