Dünyada birçok çevre, Müslüman halkların İslâmî eğilimli hareketlere teveccüh etmesinin nedenlerini tartışıyor. Bu tartışmaya Ak Parti’nin son seçim zaferi ve Sayın Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi de güçlü bir ivme kazandırdı.
Müslüman dünyada halka nerede iradesi sorulsa, din ve gelenek karşıtı partilerden kaçıp, dinle mûtedil ilişki kurabilen partilere yöneliyor.
Körfez ülkelerinde, Mısır’da, Filistin’de, Fas’ta, Türkiye’de ve diğerlerinde, sonuç hep aynı. Tabiî ki bu da otomatikman “neden?” sorusunu gündeme taşıyor.
Tahliller farklı. Ama bir şey var ki, yorumcuların çoğunluğu onda müttefik, o da; güç merkezlerinde kümelenmiş laikler, laikliği kutsallaştırarak fil dişi kulelerinde toplumdan soyutlanmış olarak halktan kazanmayı sürdürürken, ötekiler ise bunların tam aksine halkın arasında halk için çalışıyorlar.
Müslüman ülkeler ister krallıkla, ister diktatörlükle isterse de yarı demokrasiyle yönetilsin, istisnalara rağmen hepsinde laiklik hâkim. Bu ülkelerde laiklik iktidarı elinde tutan seçkinci bir sınıfın ideolojisi. Halkla güçlü irtibatları yok. Onların sorunlarına çok uzaklar. Batı’ya kendi halklarından daha fazla güveniyorlar.
Müslüman ülkelerin durumu ortada; eğitimde geriler, teknolojide ötekine mahkumlar, dünya bilgi üretme liginde kümenin sonlarında yer alıyorlar, âdil hukuk sistemi dersen ara ki bulasın! Ama bankaların hortumlanmasında, rüşvette, yolsuzlukta, nepotizmde, işkencede, yargısız infazda, birçok Müslüman ülke dünya ülkeler sıralamasında ilk sıralarda yer alıyor.
Bu özet tablodan doğal olarak ülkeyi yönetenler birincil dereceden sorumludurlar. Bunların dünya görüşü de malum.
Arap âleminde komik bir tartışma vardır; o da laikliğin Arapça nasıl teleffuz edileceğine dâir. Laikliği bilimsel gelişmelerle denk görenler “ilmâniyye” diye teleffuz ederler, çünkü “ilmâniyye” kelimesi “ilm”den gelir ve bunlara göre laiklik bilimselliği ifade eder.
Diğer kesim ise laikliği “almâniyye” diye teleffuz eder, zira, “almâniyye” kelimesi “âlem”den türemiştir, ki o da dünyevîlik anlamındadır ve doğrusu da budur, zira seküler kelimesi Latince aslında “bu dünyada ve şimdi” anlamındadır.
İktidardakiler, bilimsel dünya görüşü nâmına laikliği “ilmâniyye” diye teleffuz ede dursalar da bu bilimsellik iddiası bilim dışı gerçekleri saklamaya yetmiyor. Halkın çoğunluğu da bunlara ilgi duymuyor, tercihlerini de kendilerine yakın gördükleri kesimlerden yana kullanıyorlar.
Öte tarafta, İslâmî eğilimli hareketler kelimenin tam mânâsıyla halk hareketidirler, liderleri de halkın içinden çıkmıştır. Seçkinci bir anlayışa sahip değiller. Bireysel mânâda pek özne olamayan pasif milyonları motive ederek onların güçlerini bir araya getirip büyük bir enerji biriktirmesini başarabilmişler. Biriken enerjiyi de en hakiki anlamda sivil örgüt çalışmalarında, siyasi çalışmalarda istihdam etmişlerdir.
Önce kendi coğrafyalarında insanlara ulaşmaya, dertlerine derman olmaya çalışıyor, oradan artırdıklarını da dünyanın dört bir tarafında mazlum ve mağdur insanlara taşıyorlar. Halktan toplanan halka sunuluyor.
Karın doyurmaktan ilaç teminine, muhtaç öğrencilere burs bulmaktan kalem kitap yardımına kadar insanların yardımına koşuyorlar. Bunların elinde halka hizmet Hakka hizmet anlayışına evriliyor.
Ama "laikciler" ise, halkı küçümsüyor, onların inançlarıyla araya uzak mesafe koyuyor, işi, hem de alenen, halka hakaret derecesinde ileriye götürenler bile çıkabiliyor, olmadı, her fırsatta onların inançlarını aşağılayacak davranışlar da sergiliyorlar. Buna biribirinin kopyası iki misâli, biri Tunus’tan diğeri de Türkiye’den verebiliriz.
Tunus’un kurucu lideri Habib Burgiba Ramazan Ayı’nda televizyon ekranlarında orucunu yiyebiliyor, halkı da; ‘oruç tutmak ülke ekonomisine zarar veriyor’ gerekçesiyle kendisi gibi oruç tutmamaya davet edebiliyordu. Bizde de sâbık Cumhurbaşkanı Necdet Sezer halkın oruç tuttuğu Ramazan Ayı’nda canlı yayında su içerek laikliğe olan bağlılığını gösterebilmişti. Bu tarz bir laiklik anlayışı da halk hâfızasında bir yere kayıt edilecekti.
Müslüman ülkelerdeki seçkinci laik zümre, eğer elinden gelse, halkla aynı caddeleri bile paylaşmayacak, bilerek ve isteyerek kendilerini fânustan gettolara kapayacaklar. Halkın kahır ekseriyeti ise sefilleri oynayacak, kimin umrunda?
Temel fark da burada zaten. Mütedeyyin oluşumlar halktan gelirken diğerleri halka cephe almıştır. Birinciler, halka hizmet ederken diğerleri halka hizmetçi muamelesi yapmıştır. Halktan olanlar halka verirken diğerleri halktan almıştır.
İşte bu gerçeği Batılılar da Müslüman dünyadaki aklı başında laikler de tartışmaya başladılar. Bu iyiye işâret. Çünkü halkı tahkir etmek, aşağılamak büyük edepsizlik olduğu kadar toplumda gerilimi de yükseltmektedir.
Halktan destek isteyenlerin bunun yolunun halka hizmetten geçtiğini anlamaları gerek artık.